15. yüzyıl
açısından başta İtalya olmak üzere tüm Katolik âlemi, uzun yıllardır
sürmekte olan "Büyük
Hizipleşme" diye bilinen Papalık kurumunun varoluşuyla
ilgili tartışmalarla çalkalanmaktaydı. Bu yüzyılın başlarında Hıristiyan
dünyasında bir değil tam üç papa vardı ve her biri de kendisinin gerçek
papa olduğunu öne sürmekteydi. Çeşitli nedenlerle -başta da iktisadi
çıkarlar olmak üzere- bu üç papayı da destekleyen krallar, prensler ve
soylular vardı ama halk şaşkındı. Bu papalar sırasıyla John XXIII adını
alan Baldessare Cassa; Gregory XII diye bilinen (1406-1415) Marco Kardinal
Angelo Correr ve Alexander V adıyla tanınan Pietro Philargi (1409-10)
idi. Birincisi gerçekte hiçbir dini eğitimi olmayan, korsanlıktan yetişme,
fırsat ve kadın düşkünü zorba bir adamdı. İkincisi dini eğitim almış
olmasına rağmen ileri yaşı nedeniyle beceriksizleşmiş bir asilzadeydi.
Üçüncüsü ise Yunan asıllı bir Giritli'ydi. Küçük yaşta Venedikli Fransiskenler
tarafından eğitime alınmış ve Oxford ve Paris'te okutulmuştu. Bilgili
bir adamdı. Ama bu iki kültürlü din adamı gelmiş geçmiş en gaddar, hilebaz
ve şehvetperest papa sayılan XXIII. John'un karşısında tutunamamışlardı.
İşte ilk kez
bu dönemde Katolik Kilisesi'ni derinden etkileyen ve değiştiren bir
tartışma başladı. Kökleri 13. yüzyıldaki "Realizm/Nominalizm" karşıtlığındaydı
ve bunun uzantısı olan "Hümanizm" savunucuları
tarafından başlatılmıştı. Soru şuydu: "Katolik âleminde
Kilise konsillerinin kararları mı yoksa papanın yayınladığı bildiriler
(Bull, encyclical, vs.) mi en üst otoritedir?" Sonuçta "Ekümenik" konsil
kararlarının Papaların bildirilerinden daha yetkin oldukları inancına
varıldı. Konsil büyük zorluklara rağmen üç papayı da denetim altına alabildi.
; Kiliseye istikrar getirildi. Bu sonucun alınmasında artık dayanılmaz
boyutlara ulaşmış olan papaların saltanatlarından bunalmış olan soyluların
da büyük katkıları oldu, soylular papalara karşı Konsil'i desteklediler.
Ve bu gelişmeler sonucunda Katolik âleminde artık papalar değil Konsil
yetkilerini doğrudan İsa'dan alır hale geldi. Böylece Konsil en üst "Yetkili
Kurul" oldu. Ünlü engizisyon mahkemelerini de daha sonra hep Konsil
yönetti ve yönlendirdi.
Nihayet 1417'de
biri sahtekâr üç papa Konsil tarafından atıldılar ve Konsil her Romalı'dan
daha Romalı diye bilinen ve Romalı bir senatörün torunu olan Velabro
Kardinali Odo Colonna'yı, V. Martin adıyla Papa seçti. Bu papa tam
14 yıl saltanat sürdü ve ilk kez onun döneminde Papalığın "Seküler
Gücün" yani
kralların üstünde bir güç olmadığı kabullenildi. Bu papa döneminde papalık
yitirdiği prestijini ve onurunu yeniden kazanmanın yollarını aradı. Bunun
için de öncelikle muhalif aydınlarla ilişkiler kurdu, onların üstündeki
baskıları kaldırdı, onlara imkânlar sağladı. Böylece Roma'daki kültür
hayatı yeniden canlandı.
Bu dönemde
Papalık kurumunun en önemli komşusu Aragon Krallığı'ydı. Kral V. Alfonso
o sırada Napoli üzerinde hak iddia ediyordu ve sonunda da Napoli'yi
müzakereler yoluyla ele geçirdi.
V. Martin 1431'de
öldü. Yerine XII. Gregory'nin yeğeni Gabriel Coldulmer, IV. Eugenius
(1431-47) adıyla Papa seçildi. Bu yeni papanın döneminde Avrupa'da
Fransız-İngiliz savaşları ve Almanya, Çek ve Moldova'da da, yakılarak
idam edilmiş olan ünlü Çek din adamı Jan Hus'un başlattığı "Ön-Protestanlık" savaşları
sürüyordu. Hus'un taraftarları tüm Almanya, Avusturya, Prusya, isviçre,
Polonya, Çek ve Slovakya'da gizli, yeraltı örgütleri kurarak, daha sonra
Protestanlık ve Anabaptizm diye bilinecek olan yeni bir mezhebi yayıyorlardı.
Ve işte ne olduysa bu papanın döneminde oldu. Papalık ile Bizans arasındaki
münasebetleri radikal olarak etkileyecek olan bir keşif tüm Hıristiyan
âlemini derinden sarstı; Papalık şaşırdı, Bizans umutlandı. Bu keşfi
yapan Lorenzo Valla adında bir din bilginiydi. Onun "inanılmaz" diye
tanımlanan bu keşfiyle birlikte Avrupa'da Rönesans Papaları diye bilinen
yeni bir dönem açıldı (1447-1521).
15. YÜZYILIN BAŞINDA BİZANS
15. yüzyılın
başında Bizans artık hareket alanını ve siyasal ve dinsel etkisini
yitirmek üzere olan bir "Site-Devleti" haline
gelmişti. Müslüman-Türk tehdidini ve genişleme hızını sezen ilk İmparator
V. John Paleolog olmuştu ve henüz 1368'de bu tehlikeye karşı direnebilmek
için bütün dinsel ayrılıkları (Katolik/Ortodoks çekişmesi) bir kenara
bırakarak Papa V. Urban'ın ayağına kadar gitmiş ve ondan Müslüman Türklere
karşı yeni bir "Haçlı Seferi" başlatması
için ricacı olmuştu. Nedir ki Bizans halkı Ortodoks İmparatorun Katolik
Papa'ya yalvarmasından hiç hoşnut olmamıştı. Papazların ve Keşişlerin
kışkırtmasıyla ayaklanmalar çıkmış ve devlet bunları güçlükle bastırabilmisti.
15. yüzyılda
Bizans'ta bu kez VIII. John Paleolog imparatordu. Müslüman-Türklerin
ilerleyişi ve genişlemesi daha da hızlanmıştı. Bu imparator da tıpkı
büyük dedesi gibi düşündü ve Türklere karşı yeni bir "Haçlı Seferi'nin" başlatılması
için 1434'te Papalığa başvurmak zorunda kaldı. Nedir ki bu kez karşısında
Katolik Kilisesi'nde dizginleri elinde tutan Basel Konsili vardı, Papa
yoktu. İmparator'un Konsil'e yolladığı heyet Konsille görüşme bile yapamadan
İstanbul'a geri döndü. Katolik Konsil, açıkça söylenmese de Ortodoks
Kilisesi'yle ve onun imparatoruyla ve kaygılarıyla hiç ilgilenmemişti.
Bu yüz kızartıcı
olaya rağmen İmparator bizzat Papa'nın ayağına gidebileceğini açıkladı.
Konsil, İmparator'un resmi başvurusunu tam üç yıl beklettikten sonra
1437'de gündemine aldı. İmparator'a, Papa'yla, ünlü Avignon kentinde
görüşme yapabileceğini bildirdi. Konsil bu kararını Papa'ya danışmadan
almıştı.
Nedir ki IV.
Eugenius çok kurnaz ve diplomasiyi çok iyi bilen bir papaydı. Kendi
gıyabında gelişen bu olayları ilkin hiç ilgilenmeden pasif bir bekleyişle
izledi. Ama Papa'nın müthiş bir planı vardı. Bizans'ın Türk korkusunu
kullanarak hem Ortodoks Kilisesi'nden hem de Konsil'den kurtulmayı
kuruyordu. Ve planını da başarıyla uyguladı.
Papa önce Konsil’n
kendisinden habersizce İmparator'la görüşme kararı almasının "Tanrı'nın
Buyruğuna" aykırı
olduğunu açıklayan sert bir Bull (papalık fetvası) yayınladı. Burada
İmparator'la görüşmenin "Ruhani" değil "Seküler" bir
olay olduğunu, Konsil'in ise sadece "Ruhani" konularda kararlar
alabileceğini vurguladı. Papa yazdığı metni Konsil'e iletmeden Bizans'a
gizli bir heyet yolladı ve İmparatoru bizzat kendisi davet etti. Bu,
Papa'nın planındaki en ince diplomatik manevraydı. Böylelikle hem İmparatorun
onurunu "kurtarıyormuş" gibi görünüyordu,
hem de Konsil'e bir fait a cornpli (oldu bitti) yapıyordu. Ama Papa'nın
gerçek amacı bu manevrayla İmparatordan çok önemli tavizler koparmaktı.
Ve kurnaz Eugenius bunu da başardı.
İmparator,
beraberinde patrik ve 700 din ve bilim adamından oluşan bir heyetle
1438'de İtalya'ya geldi. Konsil'in gücünü kırmış olan Papa IV. Eugenius,
kendinden emin bir şekilde İmparator'u ve Patriği müthiş bir baskı
altına aldı. Onlardan "kendi
otoritesinin tartışılmaz üstünlüğünü kabul etmelerini" istedi.
Ve ekledi: "İşte Büyük Konstantin'in vasiyeti yüzyıllardır
elimizdedir. Konstantin, kendi eliyle yazdığı bu vasiyetnamesinde başta
İstanbul olmak üzere kendisine ait olan tüm İmparatorluk haklarını ve
topraklarını bize vasiyet etmiştir. İstanbul, Roma'nın malıdır." Türk
korkusuyla titreyen İmparator ve patrik, gerçekte kendi idam fermanları
olacak olan bu "zorlamayı" da kabullendiler.
Bunun üzerine Paris 1438'de resmi bir açıklama yaparak Büyük Konstantin'in
vasiyeti gereği Bizans'ın Roma tarafından korunacağını bildirdi.
Nedir ki Dimyat'a
pirince gitmekte olan İmparator elindeki bulgurdan da oldu. Bizans'ta
halk, papazların kışkırtmasıyla ayaklandı. Kilise papazlarıyla manastır
keşişleri isyanlar başlattılar. İşte tarihçi Ducas'ın yazdığı o ünlü
slogan ilk kez 1438'de Bizans sokaklarında yankılanmaya başladı: "Bizans'ta
Latin mitrası (papaların dini törenleri için giydikleri kaftan tipi
giysi) görmektense Müslüman Türklerin türbanlarını görmeyi tercih ediyoruz."
Bizans'taki
ayaklanmaları yöneten papazların sivil halk arasından seçtikleri iki
laik lider vardı. Bunlardan biri Marc Eugenikos, diğeri de Gennade
Scholarios idi. Birincisi daha sonra İmparator'un askerleri tarafından
susturuldu, diğeri ise İstanbul'un Fethi'nden sonra Eatih Sultan Mehmet
tarafından, kendisinin ilk Ortodoks Patriği yapıldı. Bu nedenle de
imparatorluk tarafından Gennade'nin Sultan'ın Bizans'a yerleştirdiği, "Kışkırtıcı-Ajan" olduğu
ileri sürüldü.
LORENZO VALLA'NIN KEŞFİ
Lorenzo Valla -ya da Laurentius Valla- 15. yüzyılda
yetişmiş en önemli din bilginlerinden biridir. 1407'de İtalya'da doğan
Valla çok iyi bir eğitim aldı. Köklü bîr aileden gelen Valla, sanat,
felsefe ve ilahiyat dallarında üstün dereceler elde etti. Ancak Valla'nın
esas uzmanlık alanı eski metinler, belgeler ve kaynak araştırmalarıydı.
Ünlü Norninalist Willıam Oacham'ın ilk kez 13. yüzyılda ortaya attığı "Tekil-Birey" vardır, "Tümel=Universal" sadece
bir "Addır" görüşünü, Aziz Paul'un "İnsan" anlayışıyla
özdeşleştirdi. Hatta yazılarında "Ben de Aziz Paul'um" diye
yazdı. Hümanizmi ve ilk kez "Bireyciliği =İndividualizm"i
savundu. Bu girişimlerinin sonucunda Kilise'nin tepkisini çekti. Aforoz
edilmekle tehdit edildi. Bunun üzerine Aragon Kralı tarafından korunmaya
alındı. İşte bu Kral'in himayesinde Lorenzo Valla, Hıristiyan âlemini
altüst edecek bir keşfini cesaretle açıkladı. Yıl 1440'tı. Fetih'ten
13 yıl önce, Bizans'ın Konstantin'in Vasiyeti'ne binaen Papa'nın egemenliğini
kabul edişinden tam bir yıl sonra, Lorenzo Valla, "Konstantin'in
Vasiyeti Üzerine Tezler" adlı kitabını yayınladı.
Valla kitabında, Kilise'yi şoke edecek olan bir açıklama yaptı. Papazların
yüzyıllardır en güçlü kutsal belge olarak sundukları Konstantin'in Vasiyeti
adlı belge GERÇEKTE SAHTEYDİ VE BİZZAT BİR PAPA TARAFINDAN
YAZILMIŞTI, KONSTANTİN TARAFINDAN DEĞİL.
Valla'nın açıklaması tüm Hıristiyan âlemini sarstı.
Valla bilimsel, tarihsel ve mantıksal açıklamalarla papaların elindeki
bu belgenin sahte olduğunu kanıtladı. Dahası bu sahtekârları doğrudan
doğruya bir papanın yaptığını gösterdi. Bu durumda Papa IV. Eugenios
sahte bir belgeyle tüm Hıristiyanlık üzerinde hak talep etmiş oluyordu.
Skandal Bizans'ı umutlandırdı. Belge sahte olduğuna göre demek ki Roma'nın
İstanbul üzerinde değil, tam tersine Konstantİnopol'un Roma üzerinde
haklan vardı. Papa'yı "Kutsal" saymak artık gerekmiyordu.
VALLA'NIN KEŞFİNİN ETKİLERİ
Valla'nın Konstantin'in
Papalık için böyle bir vasiyette bulunmamış olduğunu ortaya çıkarması
tüm Avrupa'yı sarstı. Önce krallar Papalık kurumunun ne denli "Yozlaşmış" ve "Çürümüş" olduğunu
ve bu kurumu artık "Kutsal" sayamayacaklarını
yüksek sesle söylemeye başladılar. Mademki ortada Hıristiyanlığı kurduğu
kabul edilen Büyük Konstantin'in böyle bir "Vasiyeti" yoktu,
öyleyse Roma'ya tabi olmak zorunluluğu da olamazdı. Nitekim Valla'nın
keşfiyle birlikte Avrupa'da Papa'dan bağımsız "Milli
Kiliseler" kurma fikri gelişmeye başladı. Bir süre
sonra Martin Luther Almanya'da Protestan hareketini
başlattı. 24 Şubat 1520'de Luther yaptığı o ünlü konuşmasında aynen şunları
söylemişti:
"Elimde
Lorenzo Valla'nın Konstantin'in Vasiyeti'nin sahte olduğunu kanıtlayan
tezi var. Şu işe bakın: Roma'daki karanlığın kötülüklerin ve hilebazlıklann
eşi menendi yokmuş, meğer. Papalar yüzyıllardır sözde kilise şeriatını
uyguladıklarını söylüyorlardı, oysa hepsi yalandı. Ve bu yalanlarını
bizlere 'İman Amentüsü' yaptırmışlardı. Şu anda öyle bir durumdayım
ki, bu Papalığın beklenen Deccal (Anti-Christ) olduğundan hiç şüphem
kalmadı."
Valla'nın keşfi
kısa süre sonra İngiltere'de de etkili oldu. Ünlü 8. Henry papalığın
etkisini kırarak Avrupa'daki ilk resmi "Milli Kiliseyi" (Anglikan
Kilisesi) kurdu.
Valla'nın keşfinin
en yakıcı etkisi Bizans'ta oldu. Papalık bu skandaldan sonra, bir yıl
önce Bizans'la yaptığı anlaşmaya sadık kalmaktansa, Bizans'ın Türklerin
eline geçmesinin kendisi açısından daha hayırlı olacağını planladı.
Ne olur ne olmaz ilerde Bizans güçlenir ve Roma üzerinde hak iddia
edebilirdi. İkinci olarak Papalık söz verdiği halde Türklere karşı
yeni bir "Haçlı Seferi" düzenlenmesini
engelledi. Ordu göndermek isteyenlere ise destek (Blessing) vermedi.
Dahası 1447'de Papa seçilen V. Nicholas, savaş teknolojisinden mahrum
olan Müslüman Türklere el altından "Teknoloji" transferi
yapılmasını sağladı. Örneğin Macaristan'daki sofu Katolik ve Papa'ya
bağlılıklarıyla bilinen "Top Döküm" ustaları
Osmanlı Ordusu'na katıldılar ve tarihin tanıdığı en büyük topları döktüler.
Bu toplar Bizans'ın sonunu getirdi. Daha ilginci Papa V. Nicholas, yeni
bir Hisar yapılması için (Rumelihisarı) emrindeki en seçkin ve sofu Katolik
mimarların Osmanlı Ordusu'na katılmalarına yeşil ışık yaktı. Bu İtalyan
mimarlar bugün övündüğümüz Rumeli Hisarı'nı inşa ettiler, Osmanlı ordusu
için!
Papaların Valla'nın
ortaya çıkardığı skandaldan sonra Osmanlı sultanlarıyla ilişkileri,
gizli yazışmalar şeklinde sürdü. 1458'de Papalıkla Fatih arasındaki
dostane ilişkiler o boyuta ulaşmıştı ki Papa II. Pius, Fatih'e bir
mektup yazarak onu Büyük Konstantin ve Frankların Hıristiyan dinine
intisab ederse onun İmparatorluk tacını bizzat kendisinin elleriyle
başına oturtacağını söyledi. II. Beyazid döneminde ise tüm Avrupa,
Papa VIII. Innocent'in, Sultan'ın paralı memuru (pansiyoner) olduğunu
konuşuyordu.
İlginçtir ki
Katolikliğin kalesi Viyana'nın kuşatılmasına kadar Osmanlı hiçbir şekilde
Papa'ya bağlı kalmış olan Katolik krallara ve doğrudan doğruya Roma'ya
saldırmamıştır. Papalarla sultanlar arasındaki zorunlu "Dostluk" hep sürmüştür.
Lorenzo Valla'ya
gelince; Erasmus'un övgüler yağdırdığı bu dürüst, cesur ve inançlı
din bilgini İstanbul'un fethinden 4 yıl sonra 1457'de henüz 50 yaşındayken
beklenmedik bir şekilde öldü. Katolik Kilisesi'ni sarsan bu yürekli
aydın, himayesinde olduğu Aragon Kralı'nın gerçek niyetini nereye kadar
biliyordu, bunu bilemiyoruz. Valla'nın cesur çıkışını Aragon Kralı
desteklemişti. Bu Kral, daha önce Napoli üzerinde hak iddia etmişti
ama asıl amacı Bizans'a "İmparator" olmaktı.
Gelenek gereği Hıristiyan bir imparatoru yine Hıristiyan (Katolik) bir
kral olarak düzenlenecek olan bir "Haçlı Seferiyle" imparatorluğa
yürüyeceğini hesaplamıştı. Ama hiçbiri olmadı! Genç Fatih usta bir diplomasiyle
Bizans'ın tek hâkimi oldu. Bizans'ın fethinden sonraki diplomatik gelişmeler
Fatih'i yüceltti.
Katolik Kilisesi
1590'a kadar Valla'nın keşfini onaylamadı ve İstanbul üzerindeki haklarından
vazgeçmedi. Ancak 1592'de iddiayı kabullendi ve bu sahte belgenin Ecclesiastical
Annales'den (Kilise Belgeleri) çıkartılmasını onayladı. Böylece Katolik
Kilisesi yaklaşık 600 yıl kullandığı belgenin SAHTE olduğunu
kabullendi ve İstanbul üzerindeki dinsel ve teritoryal tüm haklarından
vazgeçmiş oldu.
Aytunç ALTINDAL:Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder