8 Şubat 2014 Cumartesi

DÜNDEN BUGÜNE SANSÜR



Alpay Kabacalı “Türkiye’de Basın Sansürü” yapıtında; “Sansür dogmatizmle, dinsel yetkenin (otoritenin) düşünce yasakçılığıyla başlıyor. Dolayısıyla tarihi ilkçağlara kadar gidiyor... Sansürün her türlüsü, yazarların, gazetecilerin yazarken haber yayımlanırken kendi kendini denetlemelerine yol açıyor ve böylece oto-sansür ortaya çıkıyor” diyor.

Bülent Habora ise, “Yasaklı Kitaplar” yapıtında: “20. yüzyılın ikinci yarısında dünya ulusları çeşitli önemli olaylara adlarını koyarlarken; Türkiyede belki gelmiş geçmiş en büyük gericilik olayına imzasını basmaktadır. Fikirden korkmak ve fikirlerin yazılı olduğu yayınları yasaklamak... Cumhuriyet Halk Partisi devrinde de, Demokrat Parti devrinde de, koalisyon devrinde de günümüz Adalet Partisi devrinde de yönetici kadro fikirden ve fikirlerin yazılı olduğu yayınlardan korkmuşlardır. Korkmuşlardır çünkü ortalık tenhalaşınca, ortalık kararınca yayın toplatma kararları uygulanmış. Evet aydınlık ve ışıktan korkmaktadırlar” diyor.

Bilindiği gibi kültür, sanat ve düşüncenin gelişmesine, yaygınlaşmasına öncülük eden (kitap, dergi, gazete vb.) basındır. Diğer anlatımla basın toplumun kulağıdır, sözcüsüdür, aynasıdır. Devlet yetkesini elinde tutan güçler, düşünceyi ve basını baskıyla denetimde tutmaya çalışmışlardır. Fransa imparatoru I. Napolyon, “Eğer basının dizginlerini elimden kaçırırsam, iktidarda üç aydan fazla kalamam” söylemiyle basının önemini ve sansürün nedenini belirtmektedir. (1)

Basına, düşünceye yönelik baskı ve sansürle ilgili onlarca yapıt, yüzlerce makale bulunmaktadır. Bu yazılı kaynak ve belgelerden yararlanarak sansürün dünü ve bugününü açıklamaya çalışacağız.

Asur kralı Asur Banipal döneminde halkın yaşam koşulları oldukça bozulmuş, ayaklanmalar ve toplu direnişler yaygınlaşmış, halkın uyanış ve direnişinden korkan kral, kendine bağımlı yöneticilere gönderdiği mektupta (buyrukta): “Bu mektubu aldığın zaman askerlerini yanına al. Ezide tapınağında ve kişilerdeki tabletleri topla bana gönder” diye emir verir.

M.Ö. 5. yüzyılda Spartalılar, sürekli savaş ve yağmayla uğraşmakta idiler. Komşusu Atina ise, kültür ve sanat alanındaki gelişmelerini yaygınlaştırarak, eşit koşullar içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Atina’daki kültür ve sosyal gelişmelerden korkan Spartalılar Atina kültürünün ve sanatının kendi ülkesine girmesini yasaklıyor, kültür ve sanatın gelişmesine öncülük eden düşünürlere acımasızca işkence ve ceza uyguluyorlardı.

Yunan Yarımadası’nda köleliğe karşı olan Akhilleos’un, Euripides’in Aristophanes’in kitapları sakıncalı görülmüş meydanlarda yakılmıştı. Aynı dönemde Bergama ve İskenderiye Kütüphanelerinde bulunan kitaplar toplatılmış, meydanlarda yakılarak yok edilmiştir.

M.Ö. 220. yıllarda Çin kralı Şih-Huang, halkın bilinçlenmesini engellemek amacıyla bilginlere baskı uyguluyor ve kitaplarını yasaklıyordu; var olan kitapları toplatarak meydanlarda yaktırıyordu. Yaktırılan kitaplar arasında Filozof Konfiçyüs’un kitapları da bulunuyordu.

Roma İmparatoru Augustus-tı, İmparatorun ve Kilise’nin düşüncesine aykırı gelen kitapları (Kütüphane ve kişilerde bulunan) toplatarak meydanlarda yaktırdı.

Piskopos Theophilius’un öncülüğünde (M.S.391) İskenderiye’deki “Aeropeum” kütüphanesinde bulunan (o dönem İskenderiye Kütüphanelerinden 900.000 kitap bulunmaktadır.) kitaplar içinde felsefe, fizik, matematik gibi bilimsel içerikli kitaplar yaktırıldı

M.S. 5. yüzyılda Avrupa’da Papa I. Teo’nun fermanıyla kitaplar toplatılarak meydanlarda yaktırıldı. Yaktırılan kitaplar arasında Musevilerin kutsal kitabı “Tevrad” da bulunuyordu.

Moğollar’ın barbar ve yağmacı ordusu, Bağdat’a girdiğinde Bağdat’ta bulunan 20 kütüphane tahrip edildi. Tüm kitaplar yırtıldı, Dicle Nehri’ne atıldı. (1729), Fransa Kralı XV. Louis, çıkardığı fermanla: “hangi konuda olursa olsun, yayın suçu işlediğine inanılan bütün yayımcıların var olan ya da olabilecek dinsel tartışmalara ilişkin yazı ve eserlere, kutsal babamız Papa’ya, Piskopos’lara ve bizim otoritemize karşı çıkan, önce direğe bağlanarak teşhir edilecekler ve hiçbir gerekçeyle bu ceza hafifletilmeden, gerekirse daha ağır bir cezaya çarpıtılarak cezalandırılacaklardır.” diyordu.

19. yüzyılda Çarlık Rusya Kralı I. Nikola: “Benim eğitimli insanlara ihtiyacım yoktur. Bana sadık (bağlı) insanlar gereklidir.” diyor, mevcut kitapları toplatarak meydanlarda yaktırıyordu. Kralın baskısına ve kitap düşmanlığına karşı çıkan Turof Piskoposu ise:”Balsuyu tatlıdır; şeker iyidir; ama kitabın tadı ikisinden de iyidir.” Söylemiyle kralın uygulamalarına karşı çıkıyordu. (2)



OSMANLI DÖNEMİNDE SANSÜR: Osmanlı Devleti, İslami (Şeriat) kuralları uyguluyordu. İslam dini yeniliklere, sanata kapalıdır. Avrupa’da 1444’de matbaa icat edilmiş ve yaygınlaşmıştı. Oysa Osmanlı ülkesine 285 yıl sonra (1729) girebilmiş ancak belirli kitapların basımına izin verilmişti.

Şeriat kurallarını kabullenmedikleri için katliama uğrayan Aleviler, can korkusuyla dağ başlarına, dere içlerine sığınarak yaşam ve kültürlerini sürdürmeye çalışmışlardır. 16. yüzyılda (1576) Çorum’daki Alevilere 34 adet kitap geldi ihbarı Padişaha ulaşır. Padişah, Çorum Beyi’ne (Ortapare Kadısına) gönderdiği buyrukta: “kitapların derhal toplatılmalarını, getirenlerin, alıp okuyanların bulunarak cezalandırılmalarını” buyuruyordu. (3)

Sadrazam Şehit Ali Paşa’nın ölümü üzerine kitaplarının Vakf edilmesi istendi. Ancak Şeyhülislamın fetvası gereklidir. Şeyhülislam da “Felsefe, tarih, şiir, astroloji” gibi bilimsel kitapların sakıncalı olduğunu belirterek listeden çıkarılmasını istemiştir. (4)

Osmanlı yönetiminin sansür uygulamasına yönelik yüzlerce yazılı belge bulunmaktadır. Osmanlı’nın uygulamasının birkaç örneğiyle yetineceğiz.

Ali Suavi çıkardığı Muhbir Gazetesinde, hükümetin politikasını ve uygulamalarını eleştirdi. Bu nedenle Muhbir Gazetesi kapatıldı. Yazarları hakkında soruşturma başlatıldı.

Teodor Kasap, 24 Ocak 1870’de “Diyojen” adıyla bir mizah dergisini çıkarır. Namık Kemalde bu dergiye makale ve taşlamalı yazılar yazıyordu. Osmanlı hükümeti Diyojen’in yayınlanmasından hoşlanmıyordu ve sürekli kapatıyordu. Diyojende yazılarında kararlıydı. Sonuçta 13 Ocak 1873’de yayın izni iptal edildi, Diyojende tamamen kapatılmış oldu.

1870’de İbret Gazetesi yayın hayatına girdi. İbret’te, Namık Kemal, Ebuzziya, Mustafa Nuri, Ahmet Mithat gibi yenilikçi kişiler yazı yazıyorlardı. Hükümet, yayımlanan yazılardan hoşnut değildi. Bu nedenle İbret Gazetesini 4 ay süreyle kapattı. Daha sonra Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre”yi yazmış, İbret’te yayınlamıştı. Bu yazı üzerine İbret süresiz kapatıldı. Gazetenin yazarları tutuklandılar. Namık Kemal Magosa’ya, Ebuziya ve Ahmet Mithat Rodos’a sürgün edildiler.(5)

Osmanlı yönetimi, basına yönelik baskı ve sansür uygulamalarını giderek kurumlaştırıyordu. 15 Şubat 1857’de çıkarılan “Basmahane Nizamnamesi”nin 1. maddesine göre kitap ve gazete çıkarabilmek için önceden bağlı bulunduğu Valiliğe başvurulacak. Valilik de basılacak kitabı “Maarif Meclisine” (Milli Eğitim Komisyonuna) ve Zaptiyeye (Emniyet) bildirecektir. Bu komisyonlar kitabı inceleyecek. Sakıncalı görülmeyen kitaplar bu kez Saray’a gönderilecek. Saray izin verirse kitap basılacak. Aksi halde kitabın basımı yasaklıdır, cezalıdır.

15. maddede “Hükümdar ve hükümet ailesini tahkir ve hükümranlık haklarına taaruz sayılabilecek yazılar yayınlanırsa, 6 aydan, 3 yıla kadar hapis veya 25-100 altın para cezası verilir” hükmü vardır.



Diğer bazı maddeler şöyle:

16. madde : “Bakanlara dokunacak sözler yazılırsa, bir aydan bir yıla kadar hapis cezası, veya 5-50 altın para cezası verilir”

20. madde :”Devlet memurları aleyhinde yazı yazmak, on günden on aya kadar hapis cezası veya 1-60 altın para cezasıyla cezalandırılır.”

Nizamnamenin tüm maddeleri yasak ve cezalarla donatılmıştır. (6)

Osmanlı yönetimi bunca yasak ve sansürle yetinmemiş; Sadrazam Ali Paşa’nın 5 Mart 1867’de çıkardığı “Ali Kararname”siyle sansür ve yasaklar katlanarak artmıştır. “Ali Karanamesi’nde: “İstanbul’da yayınlanan gazetelerin bir süreden beri kullandıkları dil ve tuttukları yol ülkenin genel yararına aykırı aşırılıklar içerdiği, devlete bile dil uzatanlar, fesat aleti olarak bir takım zararlı fikirleri ve yalan haberleri yazanların, hükümetçe tasvip edilmediği ve bu nedenle asayişin ve ülkenin muhtaç olduğu düzenin korunması, bu kurallara aykırı davranan gazetelerin bütün devlete ve millete olan zararlarının önlenmesi için önlem alınmıştır.” Deniliyor. Bu kararnameyle Muhbir, Ayıne-i Vatan, Utarıt, Diyojen, İbret, İbretname-i Alem, Hadika, Hülasat-ul Efkar, Şark ve Hayal gazeteleri ile bir çok gazete kapatılmıştır. (7)

II. Abdülhamit (1876-1908) otuz üç yıllık yönetim süresinde baskı, yasak ve sansür uygulamıştır. Abdülhamit’in başkatibi Tahsin’in imzasıyla yayınlanan gizli bir yönetmelikte:

“ Madde 4: Bir makalede beyaz yerler ve noktalarla geçilen boş yerler bırakılması, bir takım uygunsuz varsayımlara ve zihniyetleri karıştırmaya neden olacağı için, bunlara kesinlikle izin verilmemesini;

Madde 5: Şahsiyete kesinlikle meydan verilmeyip bir Vali ya da Mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, adam öldürme ya da çirkin bir iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispatı olmadığı bildirilecek ve yayımlanmasına asla müsaade edilmeyecektir.

Madde 6: Vilayetler hakkında bir kişinin yada bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikayetlerinin ve yüce Padişaha duyurulmasını bildiren kağıt ve dilekçelerin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanmasını ve cezalandırılmasını...” buyurmaktadır. (8)

II. Abdülhamit’in baskılı, yasaklı ve sansürlü döneminde sakıncalı görülen ve toplatılan 150 çuval kitap, Abdülhamit’in emriyle, Şeyhülislam’ın fetvasıyla hamamlarda yakılmıştır. (9)

Sansürün sınırı öyle geniş tutulmuş ki, bazı kelimelerin yazılması ve kullanılması yasaklanmış. Örneğin: “Grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamit, infilak, tahttan indirme, Kanunun Esasiye, Hürriyet, Vatan, Musavat (eşitlik), Yıldız, büyük burun, Murat, İstibdad, Beynelminel, Veliaht, Cumhuriyet, bomba, inkılap, Hak...” gibi kelimelerin yazılması ve kullanılması yasaklanmıştır. (10)



İkinci Meşrutiyet Dönemi: 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. İttihat ve Terakki Partisi, hükümet kurdu. İttihat ve Terakkiciler, Abdülhamit’in baskı ve yasaklı uygulamalarını hoş karşılamıyor ve eleştiriyorlardı. Hükümet olduklarının ilk aylarında oldukça özgürlükçü görünüyorlardı. 24 Temmuz 1908’de sansürün kalktığını, basının özgür olduğunu açıklamışlardı. Gazeteler “Gazeteler hürdür. Artık sansür yasaktır. Gazeteleri sansür etmeye kalkmak ağır bir suçtur” diye başlık attılar. Sansür memurlarını gazetelere almadılar ve kovdular. Bu süre içinde 200’den fazla gazete çıkmaya başladı.

İttihatçıların basın özgürlüğüne yönelik uygulamaları fazla uzun sürmedi. Kendilerine karşı olan basına sansür ve yasak uygulamaya başladılar. Önceden yürürlüğe konulan Matbuaat Kanunu’nda değişiklik yapıldı ve ağır cezalar konuldu. Örneğin:

* Siyasi gazete imtiyazı almak için İstanbul’da 500, taşrada 200 lira depozit yatırılması zorunlu kılındı.

* Devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek biçimde yayın yapan gazeteler, bakanlar kurulunun kararıyla kapatılması;

* Sıkı Yönetim bölgelerinde sansür kurulunun izni olmadan gazete yayınlanmaması

gibi yasaklar konulmuştur. (11)

İttihatçılar, kendilerine muhalif olan gazetelere her türlü yasak ve sansürü uyguladılar. Hürriyet ve İtilaf fırkanın (Partinin) sözcülüğünü yapan Şehrah Gazetesi 14 kez kapatıldı. Şehrah, her kapatılmasından sonra isim değişikliğiyle (Şehrah, Hemrah, Darbe, Alemdar, Nevrah, Yeniyol, Meslek, Bedahet, Mukavemet, Hedef, Necdet, Yeni Şehrah) yayınını sürdürmeye çalışmışsa da kapatılmaktan ve baskılardan bir türlü kurtulamadı. İttihatçılar, baskı, yasak ve sansürle de yetinmediler. Bu kez karşıt gazetecileri öldürtmeye yöneldiler. Zeki Bey, Hasan Fehmi Bey, Ahmet Sami Bey, Hasan Tahsin Bey, İttihatçıların adamları tarafından öldürülen gazetecilerdir. (12)

Fransız gazeteci N. Nicolaides, para karşılığında uzun süre II. Abdülhamit için övücü yazılar yazmıştır. Sonra Abdülhamit dönemiyle ilgili bir anısında:”Açıkça söylemek gerekirse, neden vatansever ve içtenlikli Osmanlı düşüncesi boğulurken, sahte, iki yüzlü ve yıkıcı yabancı düşüncenin, ulusal düşünce yerine birçok Osmanlı yuvasına girmesine izin veriliyor? İstanbul’daki yabancı muhabirler, imtiyaz avcısı ve ebedi avantaj kovalayanlardır. Yazıları pek nadiren iyi niyetlidir ve buna rağmen onlara büyük ilgi gösteriliyor, büyük insanlarmış gibi davranılıyor, kollar açılarak karşılanıyorlar. Ne sefillik ve ne bilinçsizlik.

Sansür’ün yabancılara ve gazetelerine saldırması bahis konusu değildir. İnsafına kalmış olan ve güçsüzlükleri yüzünden başlarını eğmekten başka bir şey yapmayan Osmanlı Gazetelerine yüklenmekten başka bir şey yapmıyorlar. (...) Esasen sansür tarafından yapılmış bütün gafları buraya aktarmak bizim gücümüzün üzerindedir. Sadece iki tanesini belirtelim. ‘Bir gün İstanbul’a bir Larousse sözlüğü yollamıştık. Sansür tuttu. Ne geri verdiler, ne de sebebini söylediler.’ Geçenlerde ise ‘Bir Hachette Almanağı İstanbul’dan girmesi yasaktır kaydı eklenerek geri gönderildi’ oysa bu almanak Galata ve Pera’da dükkanlarda satılıyor. 9.2.1901” (13)



Cumhuriyet Döneminde Sansür : Anadolu’yu işgal eden Emperyalist güçlere karşı bağımsızlık mücadelesinin devam ettiği günlerdir. Kimi aydınlar, gazeteci ve düşünürler ABD yanlı tutum izlemeye yöneldiler. Öyle ki, ABD Başkanı Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni (Derneğini) kurdular. Bu derneğin yönetim kurulunda Halide Edip, Celal Muhtar, Ali Kemal, Refik Halit Karay bulunuyorlardı. Cemiyetin (Derneğin) üyeleri arasında Celal Nuri (Ali Gazetesi), Necmettin Sadak (Akşam), Velid Ebüzziyya (Tasvir-i Efkar), Cevat (Zaman), Ahmet Emin Yalman (Vakit), Mahmut Sadık (Yeni Gazete), Yunus Nadi (Yenigün).

Bu dernek, ABD Mandacılığının öncülüğünü yapıyordu. Hatta ABD Başkanı Wilson’a mektup göndererek, Türkiye’ye rehberlik etmesini Türkiye’nin eğitilmesini ve korunmasını öneriyorlardı. (14)

Ankara’da yeni toplanan Millet Meclisi 6 Mayıs 1920 tarihli ve 2 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesiyle: “Ankara, Sivas, Diyarbakır, Konya, Kastamonu, Afyonkarahisar, Eskişehir, Bursa, Erzurum, Van, Salihli, Milas ve Muğla ile kıyı kentlerinden Antalya, Fethiye, Bodrum, Kuşadası, İnebolu, Sinop, Samsun, Trabzon, Giresun, Bandırma, Biga’da sansür merkezleri kurdu. Bu sansür merkezlerinin kuruluş amacı, Emperyalist ülkelerin Anadolu’nun bağımsızlık mücadelesini engelleyici yayınlarını durdurmaktır. (15)

Anadolu Kurtuluş Mücadelesi başarıyla sonuçlandı. Padişah ve Halife Mehmed Vahideddin yurtdışına kaçtı. Boşalan Halifelik makamını doldurmak için halife seçimi yapıldı. Abdülmecit halife seçildi. Ancak Abdülmecit karara soğuk bakmakta, onun gizli istekleri bulunmaktadır. İstanbul basınında Abdülmecit’i destekleyen yazı ve yorumlar yayımlanıyordu. Ankara hükümeti bu yayınları durdurmak için İstanbul’da İstiklal mahkemesi’ni kurdu. İstiklal Mahkemesi, Tanin Gazetesinin başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın ile gazetenin Yazı İşleri Müdürü Baha Bey; İkdam Gazetesi’nin başyazarı Ahmet Cevdet Oran, Sorumlu Müdürü Ömer İzzettin; Tevhid-i Efkar Gazetesinin başyazarı Velid Ebuzziya, Hayri Muhiddin Bey ile İstanbul Baro Başkanı Lütfi Bey gözaltına aldı ve tutukladı. Uzun süre tutuklu kalan gazeteciler sonuçta beraat ettiler. (16)

Şeyh Sait ayaklanması gerekçe gösterilerek, 4 Mart 1925’de “Takrir-i Sükun Yasası” çıkarıldı. Bu yasayla basına yeniden sansür uygulanmaya başlandı. Tevhid-i Efkar, Sebül Reşat, Aydınlık, Resimli Ay, Vatan gibi birçok gazete ile bazı yerel gazeteler kapatıldı. Gazeteci Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü Esmer, Velid Ebuzziya, Sadri Edhem, İsmail Müştak, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Suphi Nuri İleri, Eşref Edip, Nadir Gündüz tutuklanarak İstiklal Mahkemelerinde yargılandılar. (17)

Tek parti dönemidir. Düşünce ve basına yönelik baskı, yasak ve sansür artarak devam etmektedir. Cumhuriyet Gazetesi’nin 30 Temmuz 1940 tarihli sayısında “Türkiye-Savaş Karşısında Takınacağı Tavır” başlıklı bir yazı yayımlandı. Hükümet bu yazıyı beğenmedi ve 10 ağustos 1940’da Cumhuriyet Gazetesi’ni üç ay süreyle kapatma kararı verildi ve uygulandı. Aynı süre içinde Yeni Sabah, Vatan, Hakikat, Akit, Tan, Sonposta, Tasvir-i Efkar, Akşam, Demokrat Politika gazeteleri de üçer gün süreyle kapatıldılar. Sol görüşlü olarak tanınan Tan Gazetesi ile Görüş, Yurt ve Dünya dergilerinin satılmaması, üniversitelere sokulmaması, öğrencilere, devlet memurlarına okutulmaması için yazılı ve sözlü emirler verildi. (18)

Dönemin Basın ve Yayın Umum Müdürü (Genel Müdürü) Selim Sarper’in imzasıyla basına yönelik yasakların ardı arkası kesilmiyordu. Birkaç örnek şöyle:

* Başvekilin seyahatları hakkında Anadolu Ajansı’nın vereceği haberlerden başka hiçbir suretle neşriyat yapılamaz. (17.7.1941),

* Perapalas’taki infilak hadisesi hakkında tebligat hilafına haber yapan Yeni Sabah, Vatan, Hakikat ve Halk Gazeteleri üçer gün; Vakit, Tan, Son Posta, Akşam, Politika ve Tasvir-i Efkar gazeteleri de ikişer gün Sıkıyönetim Komutanlığınca kapatıldı. 4.2.1941,

"Un ve benzeri ihtiyaç maddeleri hakkında neşriyat (haber) yapılmayacaktır; ekmekten, odundan kömürden, etten şikayet içerikli haber yazılmayacaktır. 20.01.1942" (19)

Vatan Gazatesi'nin başyazarı Ahmet Emin Yalman basına uygulanan sansürle ilgili olarak dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'yla bir görüşme yapmıştır. Ahmet Emin Yalman, bu görüşmeyi anılarında şöyle belirtmektedir. "Tenkitden hoşlanmıyorsanız neden sansür koymuyorsunuz? Tenkitten hürsünüz diyorsunuz, biz de görev ve sorumluluğumuzun gereği olarak bu özgürlüğü memleketin yararına kullanmak zorunda kalıyoruz. Derhal başımız belalara uğruyor. Halbuki siz apacak sansür usülünü yürütseniz bizim hiçbir sorumluluğumuz kalmaz, sorumluluk size geçer. Siz de rahat edersiniz, biz de... Saraçoğlu'nun yanıtı şöyle olur; "Ben sansür koymam, Anayasa'nın dışına çıkmam. Fakat sen haddini bileceksiniz, bunu aşmayacaksınız, aşarsan cezanı göreceksin(!)" (20)

1939-1945 tarihleri arasında toplatılan, kapatılan gazetelerin ve dergilerin sayısı oldukça kabarık. Bilgi için bir örnek şöyle: "Cumhuriyet Gazetesi 5 kez (5 ay 9 gün) kapatıldı. Tan 7 kez (iki ay 13 gün); Vatan 9 kez (7 ay 24 gün); Tasvir-i Efkar 8 kez (3 ay, daha sonra süresiz kapatıldı); Vakif 2 kez (12 gün); Yeni Sabah 3 kez (6 gün); Akbaba 4 kez (47 gün); Son posta 4 kez (11 gün); Haber 2 kez (10 gün) süreyle kapatıldılar.

Tek parti döneminde de emek ve demokrasi yanlı siyasi partiler, sendikalar, sürekli baskı altında idi. Yaşam hakkı verilmeden kapatılıyordu. Sıkıyönetim Komutanı Korg. Asım Tınaztepe'nin yasaklarla ilgili bir bildirisi şöyle:

"Mahkum komünistler veya müfrit komünistler mefküreli (amaçlı) kimseler tarafından örtülü bir şekil altında kurularak memleket içinde îçtimai bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesise ve mevcut iktisadi ve îçmitai nizamları (düzeni) bozmaya çalıştıkları anlaşılan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi merkez ve şubeleri mevcut sendikalardan bu partiler veya onlardan aldıkları direktifle hareket eden kimseler tarafından kurulan ve kendi maksatlarına göre sevek ve idare edilenleri ve istanbul İşçi Kulübü kapatılarak faaliyetlerine son verilmiştir.

Bu partilerin fikirlerini yayan sendika, ses, Nor Gün, Yığın ve Dost gazete ve dergileri ve bunların matbaaları kapatılmıştır.

9 Aralık 1946 tarihli nüshasında belirtilmiş olduğu veçhile memleketin siyasi ve hukuki nizamını bozma yolunda propaganda yapan yarın Gazetesi ve matbaası dört ay için kapatılmıştır.

Komünist propagandasını taşıyan her türlü yazının Sıkıyönetim hududu dahilindeki illerde girmesi ve bu illerde basılıp satılması yasaktır. 16.12.1946" (21)



Tan Olayı : Tan Gazetesi sol içeriklidir. Zekeriya ve Sahiba Sertel Gazetenin hem yazarları, hem yöneticileri idiler. Tan'la hükümet arası hoş değildi. 11 Ekim 1945 tarihli sayısında: "Muhalefet bir suç gibi, hükümeti ve partiyi tenkit edenlere karşı verilen sıfat 'Hain'dir. Bütün insanların kafasını totaliter bir silindirden geçirilip makine gibi işleten, tenkit edenleri hapishanelere götüren, demokratları, sosyalistleri, Yahudileri fırında yaktıran rejimin adı faşizmdir. Bu rejimde her türlü tenkit, her çeşit muhalefet vatana ihanettir. Bugün dünyanın her tarafında partiler arasında yapılan seçim kavgaları iktidarı ele alma mücadelesidir. Bu suç değil, demokratik rejimin gereğidir."

Bu yazı CHP iktidarını çileden çıkardı ve Tan'ın susturulması emri verildi. Gazete 4 Aralık 1945'de hükümetin dolaylı desteği ve korumasıyla ırkçı grupların saldırısına uğradı. Gazetenin matbaası ve tüm malzemeleri tahrip edildi ve yakıldı. Aynı saldırgan grup, aynı gün Görüş Dergisi'ni de tahrip etti. Sol görüşlü Yürüyüş, Yurt ve Dünya, Küllük Dergileri soruşturmaya uğradı ve dergiler kapatıldı. Nedense sol görüşlü partiler, sendikalar ve yayın organları saldırıya uğruyor. Arkasından da suçlu sandalyesine oturtuluyorlardı? Tan saldırısından suçlu bulunmazken, gazetenin yazarları Zekeriya ve Sabiha Sertel'ler gözaltına alındılar, tutuklanarak zindana konuldular. (22)

1946'da Arif Oruç'un çıkardığı "Yarın" Gazetesi, sol propaganda yaptığı ileri sürülerek üç kez kapatıldı. Yine Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ortaklaşa "Marko Paşa" adıyla bir dergi çıkardılar. Dönemin siyasi iktidarı, Markopaşa'nın ilk sayısına kapatma kararı verdi. Aynı yazarlar gazeteyi bu kez "Merhum Paşa" adıyla çıkardı. Bu gazete de kapatıldı. Yeniden "7/8 Hasan Paşa"yı çıkardılar. Bu da kapattılar. Sonra Hürpaşa, Bizim Paşa, Öküz Paşa" adıyla çıkardılar. Yine yaşam hakkı verilmeden kapatıldı.

Bu arada "Kudret" isimli gazete, siyasi iktidarın uygulamalarını eleştiriyordu. Bir kaç sayıdan sonra kapatıldı. Bir süre sonra Gazete yeniden yayına başladı. Bu kez mahkeme kararıyla gazetenin Yazı İşleri Müdürü Nail Ataer'e 7 ay hapis cezası verildi. Gazete de üç ay süreyle kapatılma cezası aldı.(23)



Zincirli Hürriyet: Mehmet Ali Aybar, Devletler Hukuku Doçentidir. Vatan, Gün ve Gerçek Gazetelerinde yazıları yayımlanıyordu.Daha sonra 1 Şubat 1947'de "Hür" adıyla haftalık bir gazete çıkardı. Gazetenin ilk sayısında: "Başbakanın idareciler kongresinde söylediği nutuk yeni vilayet teşkilatı hakkında kanun projeleri, Halk Partisi'nin dinle beraber ne gibi vasıtalardan faydalanacağını açığa vurmuştur... Anayasa'ya aykırı kanunları değiştirmediklerine ve değiştirmeyeceklerine göre, bari Anayasa'yı şu otoriter kanunlara uydursunlar ve düpedüz, apaçık diktatör olsunlar, Halk Partisi'nden bir Nasyonel Sosyalist Partisi, bir faşist partisi, bir Falanşist Teşkilatı kadar dürüst ve açıklık beklemek,öyle zannediyorum ki, hepimizin hakkıdır" (24)

Bu yazı üzerine İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nca "Hür" Gazetesi kapatıldı. Aybar bir süre sonra İzmir'de "Zincirli Hürriyet" adıyla yeniden bir gazete çıkardı. Zincirli Hürriyet, gerçekleri yazdıkça siyasi baskılar, yasaklar ve saldırılar da arttı. Bunca baskı sonucu gazete kapanmak zorunda kaldı. Aybar 5 Nisan 1948'de İstanbul'da Zincirli Hürriyet adıyla yeniden çıkarmaya başladı. İlk sayısında "Aylardır susturulmaktan sonra, ilk fırsatta tekrar çıkıyoruz. Ama ümide kapılmadan çıkıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, bugün efendilerimiz yalnız demokrat parti liderlerinin., ırkçıların, bir de yobazların konuşmasına müsaade buyurmuşlardır. O da Washington'a sadık kalmak koşuluyla..." (25)

Aybar'ın eleştiri içerikli yazıları nedeniyle "Zincirli Hürriyet" Gazetesi kapatıldı. Aybar, yargılandı ve 4 yıl hapis cezası aldı, tutuklanarak cezaevine konuldu. Tek Parti (CHP) döneminin basın özgürlüğüne yönelik yasak ve sansürün özetini noktalıyoruz.



Demokrat Parti Döneminde Sansür: Demokrat Parti (DP), muhalefette iken Celal Bayar: "Bugünkü basın kanunu hür basını sağlamaktan uzaktır". Adnan Menderes ise: "Yayın hürriyeti, yurttaşın şahsi ve siyasi hak ve hürriyetlerinin teminatıdır. Basın hürriyeti olmadığı yerlerde vatandaşın diğer hak ve hürriyetleri de tehlikeye düşeceği gibi, topluluk hayatı, gizliliğin, kapalılığın kiri ve pası altında çürümeye mahkumdur" diyorlardı. (26)

14 Mayıs 1950 Milletvekili seçimlerinde DP çoğunluğu alarak iktidar oldu. iktidarlarının ilk yıllarında muhalefetteki söylemlerine bağlı kaldılar. 1931'den beri yürürlükte olan, yasak ve ceza içerikli Basın Yasası'nı değiştirdiler. 21 temmuz 1950'de yürürlüğe giren Basın Yasası, basına bazı hak ve özgürlükler tanıyordu. Keza 13 Haziran 1952'de çıkarılan 5953 Sayılı Yasada basın mesleğinde çalışanlara "Sendika Kurma, Sosyal Sigortadan yararlanma, askerlik, mahkumiyet ve gazetenin kapanmasında gazeteciye kıdem tazminatının ödenmesi, haftalık tatil, yıllık ücretli izin gibi sosyal haklar veriliyordu." Gazeteci Ahmet Emin Yalman, basına yönelik olumlulukları "Basınımızın Altın Devri" olarak tanımlıyordu.

DP'nin basınla olan balayı kısa sürdü. Samim Akay, 1951'de "Vur Abasıza" adıyla bir mizah dergisi çıkardı. Dergi de iktidarın uygulanmalarını mizahi yöntemle eleştiriyordu. Bu nedenle derginin sahibi Samim Akay defalarca tutuklandı ve 2 yıl 11 ay hapis cezası aldı. Dergi süresiz kapatıldı. DP basın yasası'nda değişiklik yapmaya yöneldi. Basın cezaları "6 aydan 3 yıla kadar, para cezaları da 1000 liradan 10.000 liraya kadar arttırılabilir" hükmü konuldu. Yusuf Ziya Ademhan, Selami Akpınar, Cüneyt Arcayürek, Metin Toker, Cemil Sait Barlas, Beyhan Cenkci, Bedii Faik, Hüseyin Cahit Yalçın, Naim Tirali Cemalettin Ünlü, Oktay Verel, Ahmet Emin Yalman gibi tanınmış gazeteciler tutuklandılar. (27)

1952'de çıkarılan bir yasayla CHP'nin tüm mallarını hazineye devredildi. CHP'nin malları arasında Ulus gazetesinin matbaası da bulunuyordu. Ve Ulus Gazetesi de kapatılmış oldu. Bununla yetinilmedi. Gazetenin başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın tutuklandı. 26 ay 20 gün hapis cezası ile 4444 lira para cezası verildi. Yalçın, cezaevine konulduğunda 80 yaşında idi. Keza Vatan Gazetesi'nin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalmanda iktidarı eleştiren bir yazısından dolayı 15 ay 16 gün hapis cezası aldı. (28)



6-7 Eylül Olayı: 6 Eylül 1955 günü bir grup saldırgan, azınlıklara ait konutları, dükkanları, işyerlerini, kiliseleri yağmaladılar, tahrip ettiler, yaktılar. Saldırganları örgütleyen örgüt ve güçler ortaya çıkarılmadı. Yine solcular suçlu görülerek, tutuklandılar. Ne var ki, saldırı olayının perde arkasında DP iktidarının olduğu biliniyordu. 6-7 Eylül olayının hemen sonrası Sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim komutanı Korg. Nurettin Aknoz, yasaklarla ilgili şu bildiriyi yayınladı:

"Halkı heyecanlandıracak haberlerin yayınlanması yasaktır. Hükümeti tenkit etmek yasaktır. Hükümetin çalışmalarını etkileyecek biçimde yazılar yasaktır. Sıkıyönetim çalışmalarıyla ilgili haberler yasaktır. Nato devletleriyle ilgili haberler yasaktır. Darlık, kıtlık ve yokluk haberleri yazılmayacak. 6 Eylül olaylarının komünistlerden başkasının yaptığı yolunda yazı ve yorumlar yasaktır. 6 Eylül olayları ile ilgili haber ve resimler yasaktır." (29)

Bu arada Ulus Gazetesi süresiz kapatıldı. Hürriyet, Tercüman ve Hergün Gazeteleri de 15'er gün süreyle kapatıldılar.

DP, basını ve muhalefeti baskı altında tutmak, gerektiğinde cezalandırmak amacıyla TBMM'de "Tahkikat Komisyonu" adıyla bir komisyon kurdular. Bu komisyona öyle geniş yetkiler verildi ki, Ortaçağ Engizisyon Mahkemelerini bile gölgeliyordu. Tahkikat komisyonuna verilen yetkiler şöyle:

"Her türlü evrak, vesaik (belge) ve eşyayı zaptedecek, istediği evi, kurumu arayacak; gazete ve dergiler toplatılabilecek, gazeteleri matbaalarıyla birlikte kapatabilecek, komisyon kararlarına muhalefet edenlere 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilebilecek; Komisyonun kararları kesindir, itiraz edilemez"

Tahkikat Komisyonu bu yetkiyle 28 Nisan günü Ulus Gazetesinin Genel Yayın Müdürü Nihat Subaşı, Yazı İşleri Müdürü Erdoğan Tamer, Cenap Çetinel, Muzaffer Erdost, Cemal Yıldırım; Akis Dergisi'nden Metin Toker, Kurtul Altuğ'u sorguya çektiler. Cemal Yıldırım ve Kurtul Aktuğ tutuklandılar. Dünya, Demokrat İzmir, Sabah Postası, Akis ve Kim Dergilerinin basıldığı matbaaların kapatılması için emir verdiler. Kısacası, yargının görevini Tahkikat Komisyonu üstlenmiş durumda idi. 1950-1960 yılları arasında 824 gazete ve dergi hakkında dava açıldı. Bir çok gazeteci tutuklandı. (30)



1960-1970 Arası: Askerler, 27 mayıs 1960’da yönetime el koydular. “Milli Birlik” adıyla bir komite oluşturdular. Askeri yönetim 143 sayılı yasayla, DP döneminde çıkarılan Basın Yasası’nın antidemokratik hükümlerini değiştirdi. Ama yasaklar devam ediyordu. Kasım Gülek, Tanin adıyla bir gazete çıkardı. İhsan Adalı, Gazetenin Sorumlu Müdürü, Aziz Nesinde yazarlar arasında idi. 19 Mayıs 1961’de Aziz Nesin ile gazetenin Yazı İşleri Müdür İhsan Adalı gözaltına alındılar, tutuklandılar.

Sosyalist bir gazete olan “Yeniyol”un ilk sayısına el konuldu ve gazete toplatıldı. Gazetenin sahibi Fehmi Yazıcı ile Yazar Abidin Nesimi, Mihri Belli, Aziz Ziya tutuklandılar. (31)

Milli Birlik Komitesi, 5 Mart 1962 tarihli ve 38 Sayılı “Anayasa Nizamı, Milli Güvenlik ve Huzuru Bozan Failler Hakkında Kanun” çıkardı. Sol görüşlü basını susturmaya yöneldiler. Cumhuriyet Gazetesinin açtığı bir yarışmaya katılan Şadi Alkılıç’ın makalesini yayımladı diye gazetenin Yazı İşleri Müdürü Kayhan Sağlamer ve Şadi Alkılıç gözaltına alındılar ve tutuklandılar (25.12.1962). Şadi Alkılıç hapis cezası aldı. Ayrıca Alkılıç’ın “Sosyalist Türkiye” isimli kitabı toplatıldı. Yıllarca yargılanan kitap, ancak 1969’da aklandı.

O dönem Aziz Nesin’in evi sık sık aranıyordu, kitapları alınıp götürülüyordu. Aziz Nesin bir yazısında:

“Yazımın başlığnıı, “Bir Rezalet” koyacaktım. Ama okuyanların ‘Rezalet bir taneyse, başımızın üstünde yeri var, bal börekle beslerim’ diyeceklerini düşündüm de başlığı değiştirdim.

Polisler, evimi son arayışlarında, bavullar dolusu kitaplarımı alıp götürdüler. Sonra da gazetelere, bir çok suçlamaları arasında, evimde yasak, zararlı kitapların bulunduğunu da haber olarak bildirdiler.

Bu olaydan sonra, yasak ve zararlı kitap hangileridir diye düşünmeye ve bunu araştırmaya başladım. Bu konu, evinde kitap, dergi, gazete bulunan herkesi ilgilendirir. Kitaplarınızdan hangilerinin yasaklanmış olduğunu biliyor musunuz? Oysa bilmeniz gerekir. Yoksa bilmeden suç işlemiş olursunuz...” (32)



12 Mart 1971 Dönemi: 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle, demokraside, bilinçlenme de toplumsal hak ve özgürlükleri kullanmada olumlu gelişmeler görülüyordu. Kitaplar çoğalarak okunuyor, demokratik kitle örgütleri kuruluyordu. Devlet yönetimi, toplumsal gelişmelerin gerisine düşmüştü; ekonominin dışa bağımlılığı nedeniyle çıkmazda idi. Bu gelişmeler karşısında etkinliğini yitirmekten korkan çıkarcı ve egemen güçler, toplumsal gelişmeleri önlemek, toplumsal muhalefeti ve demokratik kitle örgütlerini yasalarla sınırlamak ve denetim altına almak için senaryolar oluşturmaya başladılar. 12 Mart 1971 Askeri Muhtıra bu amaçla verildi. Askeri güce bağımlı biçimsel bir hükümet kuruldu. Anayasa’nın birçok maddesi değiştirildi. 26 Nisan 1971’de 11 ilde Sıkıyönetim ilan edildi. Dolaylı olarak tüm illerde Sıkıyönetim uygulaması vardı. 13.05.1971’de 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası çıkarıldı. Sıkıyönetim Komutanına : “Hiçbir gerekçe gösterilmeksiniz evleri, kişilerin üstünü, belgelerini aramak, partileri, sendikaları, dernekleri kapatmak, mektup ve haberleşmeleri sansür etmek, basını ve her türlü yayını denetlemek, basımevlerini kapatmak” gibi geniş yetkiler verildi. (33)

Sıkıyönetim Komutanlığı, kendine özgü gerekçelerle gazeteci Altan Öymen, Oktay Kurtböke, Hilmi Karabel, Uluç Gürkan, İlhami Soysal, Ali Sirmen, Turhan Selçuk, İlhan Selçuk, Çetin Altan, Turhan Dilliğil, Doğan Koloğlu, Uğur Mumcu, Alpay Kabacalı ve Sabri Yılmaz’ı gözaltına aldı. İşkence gördüler, büyük çoğunluğu tutuklandılar.

Haziran 1971-Mayıs 1973 tarihleri arasında yazarlara, gazetecilere, kitaplara göz açtırmıyorlardı. İlhami Soysal, Erol Türegün, Mustafa Ekmekçi, Sevgi Soysal, Seçkin Cılızoğlu, Sebahattin Eyupoğlu, Vedat Günyol, Azra Erhat, Emin Galip Sandalcı, Erdal Öz gibi bir çok yazar ve gazeteci gözaltına alındı ve işkence gördüler. Onbinlerce kitap toplatıldı, yakılarak yok edildi. Onlarca yayınevi (Altın, Ak, Habora, Cem, Remzi, Ararat, İnkılap, Aka, Sander, Yöntem, Tekin, Ağaoğlu, vb) baskı altına alındı. Sıkıyönetim Mahkemelerinde uzun süre yargılandılar.

12 Mart dönemi sona erdiğinde cezaevinde bulunan gazetecilerden;

Çetin Altan, 7.5 yıl hapis, 2.5 yıl sürgün cezası.

Doğan Koloğlu, 7,5 yıl hapis, 2.5 yıl sürgün,

Osman S. Arolat, 24 yıl hapis, 9 yıl sürgün,

Can Yücel, 15.5 yıl hapis, 5 yıl sürgün,

Mehmet Emin Arslan, 13,5 yıl hapis, 4.5 yıl sürgün,

Şiar Yalçın, 7.5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün,

Ahmet Hamdi Diler, 8,5 yıl hapis, 2.5 yıl sürgün,

Yaşar Uçar, 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün,

Mete Dural, 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün,

Abdullah Nefes, 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün,

Erdoğun Berktay 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün,

Tektaş Ağaoğlu 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün,

Mümtaz Soysal 6 yıl hapis, 24 ay sürgün,

Süleyman Ege, 30 yıl hapis, 16 yıl sürgün,

Vahap Erdoğdu, 34 yıl hapis,

Muzaffer Erdost 30 yıl hapis 12 yıl sürgün,

Turhan Dilligil, 5,5 yıl hapis,

Zekin Kılıç 1,5 yıl hapis,

İsmail Beşikçi, 13 yıl hapis,

A.bdülkadir Billurcu 4 yıl hapis, 1 yıl sürgün,

cezası aldı ve cezaevlerinde idiler. Ceza almış olup cezaevlerine henüz konulmamış Atilla Tokatlı, Ahmat Angın, Nasih İleri, Özkan Mert, Nezihe Meriç ve niceleri bulunuyordu.(34)

Öyle baskı ve korku ortamı oluşturulmuştu ki, herkes bir birinden çekiniyordu. Bir yanda Sıkıyönetim baskısı, bir yanda devlet destekli faşist güçlerin saldırı ve katliamları. Bu süre içinde onlarca bilimadamı, aydın, yazar, yüzlerce öğretmen, genç, işçi ve esnaf katledildi. Malatya, Çorum, Sivas (1978) ve K. Maraş’ta toplu katliamlar yapıldı. Üniversitelere silahlı ve bombalı saldırılar, yolcu otobüsleri taranması güncel olaylar haline geldi. Kitaplar suç aracı olarak gösteriliyordu.

Eğitimci ve Yazar Fakir Baykurt:”Dosyamda eski bir yazı. Yazıda cezaevindeki yazarları anıyorum. O yazıda kimler yok ki... Bastığı ve sattığı kitaplar yüzünden dipçiklenerek öldürülen İlhan Erdost’u bütün listelerin başına yazmalı. Yarın gerçekten özgürlük alanı olacaksa, oralara bir anıtı dikmeli.

Kim bilir topluca unuttuğumuz ne yazarlar, toplattığımız yaktırdığımız, kağıt fabrikasına yollatıp yeniden kağıt yaptığımız ne kitaplar var daha? Liste yapsak o listelerden bir kitap olur, onu da yasaklarlar(!).

Kentlerdeki yeni evlerde ocak yok. Korkudan kalorifer ocaklarında yaktılar kitapları 12 Mart döneminde(!). İstanbul’da Boğaza attılar(!). Boğaz’ın yüzü batmayan yapraklarla günlerce örtülü kaldı. Kalorifer ocağında yakmayı düşünemeyen kimseler de helalara attılar., lağımlar tıkandı... Okuma-yazma bilmezliğin yoğun olduğu yurdumuzda, kitabı zararlı sayan tutum yaşıyor hala(!). Bu tutumu yok etmek, halkı mutsuz eden tutumu yok etmekle olanaklı. O da ha deyince olmuyor.” (35)



12 Eylül 1980 ve Sonrası : 12 eylül 1980’de askeri bir darbe yapıldı. Darbe yönetimi beş generalden oluşuyordu. “Askeri Cunta” olarak anılıyorlardı. Planlı, programlı gelmişlerdi. Demokratik kitle örgütlerini, siyasi partileri, sendikaları kapattılar, yöneticilerini, yazarları, bilim adamlarını, gençleri, işçileri, öğretmenleri gözaltına aldılar. Bu insanlar aylarca işkence gördüler ve tutuklandılar. Parlamentoyu kapatıldı. Basının haber toplama, yazma, yorum yapma gibi özgürlükleri ellerinden alındı. Askeri cuntanın verdiği bilgi ve haberlerin dışında konuşulmaz, yazılmaz bir ortam yaratıldı. Bazı gerçekleri, antidemokratik uygulamaları satır aralarında yazmaya çalışan gazete ve dergiler hemen toplatılıyordu, sorumlular gözaltına alınıyorlardı. Baskı ve yasaklı uygulamanın birkaç örneği şöyle:

“Hayat, Arayış, Sesimiz, Yenigündem, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, İlerici Yurtsever, Kitle, Partizan, Genç Sosyalist, Özgürlük, Güney Kültür Sanat, Devrimci Yol, Kurtuluş, Kıvılcım, Emeğin Birliği, Sağlıkçının Sesi, Yeni Çözüm” gibi onlarca dergi ve gazete süresiz kapatıldı. Yazı İşleri Müdürleri hakkında sayısız davalar açıldı, ağır para ve hapis cezası verildi. Bu arada büyük tirajlı gazetelerin de kapatılması yaygınlaşıyordu. İstanbul Sıkıyönetim Komutanının Cumhuriyet Gazetesine gönderdiği kapatma yazısında şöyle deniyordu:

“Cumhuriyet Gazetesi’nin 11 Kasım 1980 tarihli nüshasının ‘Pencere’ isimli köşesinde yer alan ‘Kemalizm İdeolojisi Muz mudur?’ başlıklı yazıda Atatürk’e dil uzatıldığı ve ayrıca ‘İşsizliğin oranı arttı, yatırımlar geriledi, İstanbul’da ekmek sıkıntısı başgösterdi’ gibi kamunun telaş ve heyecanını doğuracak asılsız ve mübalağalı haber yayımladığı tespit edilmiştir. Bu sebeple, gazetenizin basım ve yayını, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’nın 3/c maddesi uyarınca ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır. Org. Necdet Üruğ”

12 Eylül döneminde 20 derginin Yazı İşleri Müdürleri ve 50 yazar hakkında 404 dava açıldı. Sıkıyönetim Mahkemelerinde görülen bu davalardan toplam 2500 yıl hapis cezası verildi. En çok ceza Halkın Kurtuluşu Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü Veli Yılmaz(750 yıl), aynı derginin Yazı İşlerinden Sorumlu Osman Taş (600 yıl), Mustafa Yıldırım (155 yıl) hapis cezası aldılar.

Bu dönemde çok sayıda büyük tirajlı gazete de kapatılıyordu. Örneğin: “Milli Gazete 4 kez 72 gün, Cumhuriyet 4 kez 41 gün, Tercüman 2 kez 39 gün; Günaydın 2 kez 17 gün; Güneş 1 kez 10 gün; Milliyet 1 kez 10 gün; Tan 1 kez 9 gün; Hürriyet 2 kez 7 gün” kapatıldılar.

12 Eylül askeri cuntası döneminde yüzbinlerce kitap toplatıldı ve yok edildi. Süleyman Ege’nin sahibi bulunduğu Bilim ve Sosyalizm yayınevinde 133 bin kitaba el konuldu. SEKA’ya gönderilerek yok edildi. Mevcut yazılı kaynaklara göre 12 Eylül yönetimi döneminde 79 ton yayın ve kitap toplatılarak yok edilmiştir. (36)

12 Eylül askeri cunta, 1982 Anayasası’nı baskıyla kabul ettirdi; antidemokratik içerikli yasalar yürürlüğe konuldu. Irkçı ve şeriatçı kişiler devlet kurumlarında kadrolaştırıldı. Basın antidemokratik yasalarla baskı altına alındıktan sonra, söz de sivil yönetime geçiş için siyasi parti kurulmasına izin verildi. Siyahi Parti kurmak cuntanın iznine bağlıydı. Cuntanın izniyle Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), Anavatan Partisi (ANAP), Halkçı Parti (HP) seçimlere girme hakkını elde ettiler. 6 Kasım 1983’de yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde siviller yönetime seçilmiş oluyorlardı. Oysa değişen resmi elbiseyle sivil elbisenin yer değişimiydi. Antidemokratik yasalar, ırkçı ve dinci kadrolar baskılı uygulamalar yürürlükte. Basına yönelik baskı ve yasaklar artarak sürüyordu. Sıkıyönetim yerine “Olağan Hal Uygulaması” konuldu. Olağanüstü Hal Yasası’nın 11. maddesi: “Gazete, dergi,. Broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını, yayımlanmasını, dağıtılmasını izne bağladı. Basılması ve yayını yasaklanan kitap, dergi, gazete, broşür, afiş ve benzerleri ile her nevi sahne oyunlarını ve gösterilen filmleri denetlemek, gerektiğinde durdurmak veya yasaklamak” hükmü konuldu. (37)



Sansür Kararnamesi: 19 Mayıs 1990’da kabul edilen 424 Sayılı Kararnameyle basına yasaklar getirildi. Kararnamenin I. maddesine göre Olağanüstü Bölge Valisi önerisiyle sakıncalı gördükleri gazete, dergi, kitap gibi yayınların bölgeye girmesini süreli-süresiz yasaklayacağı gibi, ona bu yayınları basan matbaaları da kapatma yetkisi verilmişti. Bölge Valilerinin yaptırımlarından dolayı haklarında cezai ve mali veya hukuki sorumluluk iddiasıyla dava açılamayacaktır.

Baskılar öyle yoğunlaştı ki, gazete ve dergiler suç aracı sayılıyordu. Faili meçhul cinayetler; yargısız infazlar; zorla köy boşaltmalar; çete-mafya ve siyaset ilişkilerini araştırıp yazmak yasaklanır.

Özgür Gündem, Özgür Ülke, Yeni Ülke gazeteleri genellikle Kürt sorunlarına ağırlık veriyorlardı. Bu gazetelerin yayım süreci, toplatma ve kapatmayla geçmişti. Gazete çalışanları saldırıya uğruyor, gözaltına alınıyorlardı. Ülke Gazetesi’nin 102 sayısı toplatılmıştı. Hakkında 486 dava açılmıştı. Çoğu zaman büroları, merkezleri tahrip ediliyordu. Özgür Ülke Gazetesi’nin 6 çalışanı (Hafız Demir, Yahya Orhan, Hüseyin Deniz, Musa Enter, Kemal Kılıç, Ferhat Tepe) ile 12 dağıtıcısı öldürülmüşlerdi. 250 çalışanı gözaltına alınmış ve çoğunu tutuklamışlardı. Gazetenin yazarlarından İsmail Beşikçi toplam 30 yıl hapis, 2 milyar lira para cezasına çarptırılmıştı. Yurt Yayınlarının sorumlusu Ünsal Öztürk’e yayınladığı kitaplardan dolayı 11 yıl 4 ay hapis, 1 milyar 317 milyon lira para cezası verilmişti. Aydınlık Gazetesi’nin 1 Mayıs 1993 ile 20 Nisan 1994 tarihleri arasında 36 sayısı toplatıldı. Gazetenin sorumlu yöneticileri, yazarları hakkında çok sayıda dava açıldı. Bunca baskı karşısında kapanmak zorunda kaldı. Aydınlık 1 Mayıs 1994’de haftalık dergi olarak çıkmaya başladı. En çok baskı gören gazetelerden biri de “Evrensel” gazetesiydi. Gazetenin 60 sayısı toplatıldı, hakkında 78 dava açıldı. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Ali Erol’a 9 yıl hapis, bir milyar 245 milyon lira para cezası verildi. Gazetenin muhabiri Metin Göztepe, gözaltına alındı ve işkenceyle öldürüldü. Gazete kapanmak zorunda kaldı. Daha sonra “Emek” ve Yeni Evrensel adıyla çıktı. Sansür Kararnamesine dayanılarak uzun süre Güneydoğu Anadolu bölgesine sokulmadı. Araştırmacı yazar Muzaffer İlhan Erdost’un 1996’da yazdığı “Üç Sivas” kitabı sakıncalı görüldü, toplatıldı. Ankara 1 nolu DGM’de yargılandı, bir yıl hapis cezası aldı. (38)

Basına ve basın emekçilerine, yazarlara yapılan baskıların 1990-1998 bilançosu şöyle:

· 1991’de 53, 1992’ 56, 1993’de 52, 1994’de 76 gazeteci görev yaptıkları sırada güvenlik görevlilerinin saldırısına uğramışlardır.

· 1992’de 189 gazete, dergi, 20 kitap toplatılmıştır,

· 1993’de 452 gazete, dergi, 29 kitap toplatılmıştır.

· 1994’de 961 gazete, dergi, 37 kitap toplatılmıştır.

· 1995-1996 toplatılan ve yasaklanan yayın sayısı 660, ceza alan gazeteci-yazar sayısı 118; verilen hapis cezası 160 yıl 1 ay, verilen para cezasının toplamı 23 milyar 445 milyon liradır.

· 1997’de toplatılan, yasaklanan yayın sayısı 278, gözaltına alınan basın emekçisi 298, verilen hapis cezasının toplamı 259 yıl 4 ay, para cezasının toplamı 64 milyar 885 milyon lira,

· 1998’de toplatılan ve yasaklanan yayın 220, verilen hapis ve para cezasının toplamı 228 yıl 7 ay hapis, 30 milyar 147 milyon para cezası, cezaevlerinde bulunan düşünce suçlularının sayısı 129’dur.

1990’dan sonra öldürülen gazeteciler: (Çetin Emeç, Turan Dursun, Halit Gürgün, Cengiz Altun, İzzet Kezer, Bülent Ülkü, Mecit Akgün, Hafız Demir, Tahip Kapçak, Namık Tarancı, Uğur Mumcu, Kemal Kılıç, İhsan Karakuş, Ercan Gürel, Rıza Güneşer, Ferhat Tepe, Muzaffer Akkuş, Metin Göktepe, Musa Enter) (39)

12 Eylül Askeri Cuntanın lideri Kenan Evren’le ilgili bir fıkrayla noktalayalım. Fıkra şöyle:

“Bir gün Evren Paşa yaveriyle birlikte berbere gider. Berber, saç tıraşı sırasında sağ tarafa geçtiğinde, ‘Paşam ne zaman demokrasiye geçeceksiniz?’ diye sorar. Evren Paşa’dan ses çıkmaz. Berber sol tarafına geçtiğinde yine ‘paşam ne zaman demokrasiye geçeceksiniz?’ diye sorar. Evren Paşa’dan yine ses çıkmaz. Berber arka tarafta yine ‘Paşam ne zaman demokrasiye geçeceksiniz?’ diye sorar. Paşa’dan yine ses çıkmaz. Tıraş biter, yaver Evren’in paltosunu tutar. Dışarı çıkarken yaver geri döner. Berbere ‘Be adam bir defa sordun, cevap vermedi. Niye sık sık aynı soruyu soruyorsun’ diye çıkışır. Berber, ‘Demokrasi lafını duyunca Evren Paşa’nın saçının kılları diken diken oluyordu, o zaman saç tıraşı kolaylaşıyordu. Tıraşın iyi yapılması için sık sık sordum. Yoksa demokrasiden bana ne’ yanıtını verir.” (40)



Kaynaklar:

1) M. Nuri İnuğur, “Basın ve Yayın Tarihi”, s.95

2) Uygur Kocabaşoğlu, “Tarih ve Toplum Dergisi”, sayı: 37, Ocak 1987; M. Nuri İnuğur, aeg., s.95, Harimi (Balcıoğlu) “Tarihi Medeniyette Kütüphaneler”, (1931), s.91,93,95,441,442. Ana Britanica Ans. Ve Meydan Larousse Ans. Sansür maddesi.

3) Ahmet Refik, “16. Yüzyılda Rafızilik ve Bektaşilik”, s.35,

4) Alpay Kabacalı, “Türk Basın Tarihi”, s.118,119

5) Hıfzı Topuz, “Türk Basın Tarihi”, s.24-28, Alpay Kabacalı “Türkiye’de Basın Sansürü”,s.29-39

6) Cevdet Kudret, “Abdülhamit Devrinde Sansür”, s.83, 85, M. Nuri İnuğur, a.e.g., s. 200, 208; Hıfzı Topuz, aeg. s.44,45,

7) M. Nuri İnuğur, “aeg, s.204, 207, Cevdet Kudret, aeg, 5.99-100,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder