Osmanlı’nın Hint Okyanusu hâkimiyeti
Osmanlı Devleti, Hint Okyanusu’nda Katolik Portekizlilere karşı verdiği mücadele ile küresel bir güç olduğunu ortaya koymuştur.
Bu
makalede 16. yüzyılın ilk yarısındaki Osmanlı-Portekiz ilişkileri ele
alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin, 1517 yılında Memlüklü Sultanlığı’na son
verip sınırlarını Hint Okyanusu kıyılarına kadar genişletmesinden önce
başlayan Hint Okyanusu mücadelesinin, yüzyılın ilk yarısı boyunca
giderek artan bir şekilde devam eden boyutu üzerinde durulmuştur. Bu
süreçte Osmanlı’nın, doğu-batı arasındaki ticari faaliyeti yüzyıllarca
barış içerisinde sürdüren Hint ve Uzakdoğu coğrafyasındaki Müslüman
sultanlıkların siyasi ve ekonomik varlıklarının bir garantisi olarak
ortaya çıktığı görülür. Bu bağlamda Osmanlı Devleti, Hint Okyanusu’nda
Katolik Portekizlilere karşı verdiği mücadele ile küresel bir güç
olduğunu ortaya koymuştur.
Osmanlı
Devleti’nin üç kıtada varlık iddiasını sürdürdüğü bir yüzyıl olan 16.
yüzyıl, sadece Osmanlı tarihi açısından değil, dünya tarihini
değiştirecek gelişmelere sahne oldu. Modern anlamda, küresel siyasi,
ekonomik ve kültürel ilişkilerin değişim sürecinin başlangıcı kabul
edilen keşifler çağının 16. yüzyıl başlarından itibaren Hint
Okyanusu’ndaki safhası Osmanlı Devleti ile doğrudan ilişkilidir.
Bartholomew
Dias’ın 1487 yılında Ümit Burnu’nu dolaşmasının ardından, Vasco de
Gama’nın 1497 yılında Hindistan’ın Kalküta limanına ulaşması ile
Portekiz’in deniz imparatorluğu kurma düşüncesi hayata geçirilmeye
başladı. Doğu denizlerinin keşifleri amacıyla çıkılan bu deniz
yolculukları ile, hammadde zengini doğu ülkelerinin zenginliklerine
birinci elden sahip olma gibi ekonomik; Portekiz’in bir Deniz
İmparatorluğu’na yükseltilmesi gibi siyasi; Portekiz Kralı denizci
Henri’nin (1394-1460) Katolik dünyasının lideri Papa V. Nikolas’dan
aldığı doğu halklarını Hıristiyanlaştırma misyonunda ortaya çıktığı
üzere, Katolik dünyasının doğudaki temsilcisi olma bağlamında da dini
bir içerik taşıdığı görülür. Portekiz’in doğu denizlerinde hakimiyet
kurma plânı, Osmanlı Devleti’nin Avrupa sınırlarının neredeyse yarısına
yakın bir bölümünü ele geçirdiği bir döneme tekabül eder. Alternatif
arayışlarının bir ürünü olarak değerlendirilebilecek olan doğu denizleri
keşifleri, aynı zamanda, genelde İslam dünyası, özelde ise Osmanlı
Devleti ile hesaplaşmanın bir başka safhasını oluşturması bağlamında
önemlidir.
1. Giriş
Osmanlı
Devleti’nin Hint Okyanusu politikasından söz edildiğinde akla ilk
etapta Kızıldeniz, Umman Denizi, Basra ve Aden Körfezleri gelirken, Batı
Hindistan kıyıları ve Sumatra’ya kadar uzanan boyutunu da unutmamak
gerekir. Osmanlı Devleti’nin, Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere verdiği
tepkinin önemini, kurduğu Süveyş ve Hint donanmalarında ve bu
donanmaların başına atanan önemli komutanların yanı sıra, söz konusu
komutanların, amirale değil, doğrudan doğruya Divan-ı Humayun’a bağlı
olmasında görmek mümkündür. Bu durum, gerek Osmanlı’nın yukarıda
zikredilen coğrafyalardaki devletlerle siyasi ve askeri anlamda doğrudan
ilişkiler kurduğunu ortaya koymaktadır.
Osmanlı’nın
Hint politikasının şekillenmesinde -nedenlerine aşağıda ayrıntılı bir
şekilde denileceği üzere-, sömürgeci batının öncü gücü Portekiz’in 15.
yüzyılın son yıllarından itibaren, 16. yüzyıl başlarında giderek gücünü
artırmak suretiyle, önce Afrika kıyılarını, ardından Hürmüz Boğazı’nı
tutmaya başlamasının etkisi büyüktür. Portekiz güçlerinin Kızıldeniz’i
ve dolayısıyla kutsal toprakları tehdit etmesi, Hint Okyanusu
civarındaki İslam beldelerindeki Müslümanların hac farizasını yerine
getirmesine engel olması, Uzakdoğu-Hint ve Ortadoğu arasında yüzyıllarca
devam eden ve Müslüman tüccarların hâkimiyetindeki ticari faaliyetlere
set çekmesinin temel nedenler olduğu görülür. Dönemin iki önemli gücü
Osmanlı-Portekiz arasında Akdeniz’de başlayan mücadele, 16. yüzyıl
başlarından itibaren Hint Okyanusu’na taşındı.0 Bu bağlamda Osmanlı’nın
Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere tepkisini salt askeri anlamda değil,
siyasi, dini, ekonomik bağlamlarıyla da ele almak gerekir.
16.
yüzyıl ilk yarısında, Osmanlı Devleti ve Portekiz’in Hint
Okyanusu’ndaki karşılaşması, Avrupa’da sürdürülen İslam ile
Hıristiyanlık mücadelesinin, Hint Okyanusu’na yayılması ile küresel bir
boyut kazandığını ortaya koyması bakımından son derece önemlidir.
Keşifler çağının bir açılımı olarak 1497-98 yılında, dört gemiden oluşan
Portekiz filosu Hindistan’a girdi, ardından 1503 yılından itibaren
Hindistan kıyılarına yerleşmeye başladı. Böylece, yüzyıllar boyunca
Müslüman denizcilerin hâkimiyetindeki ticaret yoluna nüfuz edilmesiyle,
Hint Okyanusu’nda Avrupa dönemi ve Portekiz deniz imparatorluğu başlamış
oldu. Katolik dünyasının ruhani lideri Papa, 1494 yılında imzalanan
Trodesilhas Anlaşması ile Avrupa’nın batısındaki denizleri İspanya’ya,
doğusundaki denizleri de Portekizlilere vermesiyle, bu iki denizci
ulusun denizlerdeki keşiflerine dini bir boyut kattı. Avrupalı sömürgeci
güçlerin doğuyu keşifleriyle birlikte, 16. yüzyıl başlarından itibaren
Hint Okyanusu civarındaki stratejik liman şehirlerine yerleşmeye
başladılar. Böylece, doğulu halkların barışçıl temele dayalı doğu-batı
ticari ve kültürel ilişkileri sömürgeci güçlerin pragmatist eğilimleri
sonucu dönüşüm sürecine girdi. Avrupalıların saldırgan ve ayrımcılığa
dayalı tutumları, doğu toplumlarının harmoniye dayalı iç toplumsal
yapıları kadar, toplumlar arası ilişkilerinde de değişime yol açtı.
Ortadoğu
ve Hindistan’daki Müslüman sultanlıklar Portekizlilerin, Basra Körfezi
girişinde stratejik öneme sahip Hürmüz’ü 1509 yılı gibi erken bir
dönemde ele geçirmesinin, bölgenin siyasi ve ekonomik yapısını
değiştirmeye yönelik olduğunu algılamakta gecikmediler. Hint Okyanusu’na
kıyısı olan devletlerin Portekiz deniz gücüne karşı koyacak askeri
yapılanmaya sahip olmamaları, dönemin en güçlü İslam devleti olan
Osmanlı’dan yardım istemelerini zorunlu kıldı. Osmanlı Devleti’nin,
izlediği genel siyasetin bir gereği olarak, bölge ülkelerinden gelen
ittifak ve yardım taleplerine kulak tıkaması beklenemezdi. Osmanlı,
gerek Avrupa’daki Katolik-Protestan çatışmasında, gerekse de İslam
dünyasına yönelik Haçlı ittifakları nedeniyle Avrupa siyaseti ile içli
dışlıydı.*
Bu gelişmeler ışığında Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıl Hint politikasını şu dört evrede ele almak gerekir:
Yıldırım Beyazıd döneminden itibaren Memlüklü Devleti’nin Süveyş donanmasını kurmasına ve sürdürülmesine yaptığı katkı;
Yavuz
Sultan Selim’in Mısır Seferi sonucu Süveyş donanmasını yenileyerek,
Osmanlı’nın ilerki dönemde gerçekleştireceği Hint seferleri için alt
yapı oluşturması;
Kanuni
Sultan Süleyman döneminde, Batı’da gerek kara Avrupası gerekse
Akdeniz’de, doğu’da ise İran seferlerinin yanı sıra, Hint Okyanusu’yla
doğrudan ilgilenmesi;
2. Selim döneminde, Açe Darusselam Sultanlığı ile kurulan diplomatik ve askeri ilişkiler.
Bununla
birlikte, bir Avrupa-Hıristiyan öncü gücü olarak Portekiz’e karşı
küresel çapta gösterilen tepkinin, İslam dünyasında, biri batıda diğeri
doğuda olmak üzere, dönemin iki önemli gücü olarak beliren Osmanlı
Devleti ve Açe Darussalam Sultanlığı tarafından verildiği görülür. Bu
iki devlet arasındaki coğrafi uzaklığı ortadan kaldıran ve irtibatı
sağlayan ise Gücerat Sultanlığı oldu. Hindistan’nın kuzeyindeki
Timuroğulları’ndan sonraki en güçlü İslam devleti olan Gücerat
Sultanlığı’nda deniz gücünün başında bulunan Osmanlı amiralleri, Osmanlı
Devleti’nin Hindistan’daki ileri karakolu görevi görüyordu.
2. Hint Okyanusu’nun Tarihteki Önemi
Hint
Okyanusu, yüzyıllarca Doğu-Batı ticaretinde önemli bir suyolu olarak
dikkat çeker. Roma İmparatorluğu döneminden başlayarak gerek
Çin-Hindistan-Basra Körfezi-Kızıldeniz-Süveyş- Kuzey Afrika ve Avrupa
limanları arasındaki ticarette gerekse Basra-Halep-Suriye veya
Kızıldeniz’in iki yakasında, Arabistan ve Afrika sahillerinde
gerçekleştirilen doğu-batı ticaretinde doğunun zengin kaynaklarını
batıya taşıyanlar Asyalı denizciler oldu. İslam öncesi dönemden
başlayarak Arap denizcilerinin yoğun olarak ticari faaliyette
bulundukları bu coğrafyada, İslam’ın yayılmasıyla birlikte Müslüman
tüccarlar bölgedeki ticari faaliyetleri devam ettirdiler. Böylece 9.
yüzyıla gelindiğinde, Müslüman denizcilerin hâkimiyet alanları en geniş
sınırlarına ulaştı. 10. yüzyılda Arap tüccarların Kanton’da önemli bir
azınlık grubunu oluşturmaları bu gelişmenin bir sonucudur.
Arap,
Hintli, İranlı tüccarların yanı sıra, Selçukluların tarih sahnesine
çıkmasıyla Türk kökenli tüccarlar da bu sularda kendilerine yer
buldular. Bu ticaretten hâsıl olan gelir, Ortadoğu’ya akmaya başladı.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla birlikte bu sürecin artarak devam ettiği
ve gelirin önemli bir bölümünün Osmanlı topraklarında birikmeye
başladığı görülür. Venedik ve Cenevizli tüccarlar, doğudan gelen ticari
metaları Osmanlı limanlarından alarak ikinci bir kârla Avrupa’ya
satıyordu. Böylece söz konusu ticarete iştirak eden ülkeler giderek
zenginleşiyordu. Deniz yolunun yanı sıra, Mezopotamya’daki gibi önemli
suyolları da İran Körfezi’nin Bağdat’la temasını sağlıyordu. Böylece
Hint Okyanusu dünya ticaretinin önemli merkezlerinden biri haline geldi
ve bu ticaret iç suyolları devreye girerek Akdeniz ile bağlantı yolu
açılmış oldu.
Ortadoğu
limanlarının birer aktarma üssü olduğu dönemlerde Malaka ve Kambay
arasında Güceratlı; Kambay, Kahire, İskenderiyye ve Şam arasında da
Arap, Türk, İranlı ve Mısırlı tüccarların yanı sıra, bu bölgedeki
devletler de söz konusu ticaretten kârlı çıkan kesim oldu. Bütün bu
ticari faaliyette dikkat çeken husus, tarafların birbirlerine askeri bir
üstünlük kurma ve tekel oluşturma düşüncesinde olmamalarıydı. Bir
anlamda, dönemin ‘serbest ticaret bölgesi’ vasfını taşıyan uluslararası
antrepolar niteliği taşıyan limanlarda her milletten tüccarlar serbest
ticari faaliyette bulunuyordu. Örneğin, 18 Mayıs 1498 tarihinde, dönemin
uluslararası bir ticaret liman şehirlerinden biri olan Kalküta’da
karaya çıkan Vasco de Gama (1460-1524), Müslüman, Hindu, Yahudi ve
Nasturi gibi çok çeşitli ulus ve dinden tüccarı bir arada görmesi
karşısında hayretler içinde kaldı.
Ekonomik
ve kültürel zenginliğe konu olan Hint Okyanusu civarındaki toplumların
kaderi, 16. yüzyıl başlarından itibaren Batılı güçlerin Hint Okyanusu’na
komşu devletler üzerinde hakimiyet kurma istekleriyle bölgenin siyasi,
sosyal ve ekonomik yapısında geri döndürülemez bir dönüşümün yaşanmasına
yol açtı. Batılı ülkelerin Güneydoğu Asya’daki sömürgecilik tarihi
Portekiz (1511) Hollanda (1598), İngiltere (1600) ve Fransa (1602)
tarafından yazıldı. Avrupalı devletlerin doğuya gerçekleştirdikleri
deniz seferlerinde, bu coğrafyanın baharat ve ipek gibi kıymetli
mallarının ticaretine hakim olma arzusu yatıyordu. Bu ilgi zamanla
bölgedeki diğer yeraltı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesine kadar
gitti. Bu süreç, aynı zamanda, Avrupalı sömürgeci devletlerin
ekonomilerinin giderek düzelmesi nedeniyle dünya tarihinde önemli
değişikliklere neden olmasıyla modern zamanlarda ayrı bir öneme
sahiptir.
Hint
Okyanusu’nun bir diğer önemi Hıristiyanlığın İslam’a karşı verdiği
küresel mücadelede yatar. Keşifler çağında Amerika’da rakipsiz olan
Avrupalı Hıristiyanlar, Asya Kıtası’nın Hint Okyanusu bölümünde Müslüman
devletlerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Bu bağlamda, Osmanlı
Türklerinin, Avrupa’nın ortalarına ve Akdeniz’in batısına kadar
ulaşması, kadim rakip Avrupa’nın, Osmanlı’yı arkadan çevirmek suretiyle
kıskaca alma stratejisini hayata geçirmesine yol açtı.
3. Sömürge Dönemi Öncesinde Hint Okyanusu’na Kısa Bir Bakış
Gerek
Türkistan bölgesindeki Türk devletleri, gerekse Hint Okyanusu
civarındaki Müslüman devletlerin egemenliğinde gerçekleştirilen
doğu-batı ticari faaliyeti Avrupa’nın bu ülkelere bağımlılığını
artırıyordu. Osmanlı Devleti’nin zamanla ticaret yolları üzerindeki
egemenlik alanını genişletmesi ve gerek Avrupa gerekse de Akdeniz’de
gerçekleştirilen savaşlar dolayısıyla Avrupa’ya ulaşan ticari metaların
fiyatları sürekli artıyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’dan
Basra’ya gelen kıymetli ticari mallar Bağdat-Birecik-Halep-Trablus
iskelesi ya da Suriye sahilindeki diğer limanlara aktarılıyor, buradan
da Venedik ve Ceneviz ve diğer batı ülkelerine ya da İstanbul’a
götürülüyordu.
Bu
ekonomik buhrandan çıkmanın yollarını arayan Avrupa devletlerinin deniz
keşifleri çağını başlatması bir tesadüf değildir. Batılı devletler Ümit
Burnu’nu dolaşmak suretiyle, Hint coğrafyasına ulaşarak, burada
üretilen başta baharat olmak üzere diğer değerli metaı Avrupa’ya taşımak
arzusundaydılar. Baharatın niçin bu kadar önemli bir meta olduğunu
ortaya koymak için bir benzetmek yapmakta fayda var. Bu anlamda, modern
dönemde petrolün rolü ne ise, o devirde de baharat, sanayi için son
derece önemli bir hammaddeydi. Avrupa’da baharat üretimi yapılmaması
tamamıyla doğudan getirilecek metaya bağımlılığı artırıyordu. Bu ticaret
yolunun aktarma noktaları olan İskenderiye, İstanbul, Venedik son
derece önemli zenginlik elde etti.
Portekizliler
gelmeden önce çoğulcu kültürel hayatın hâkim olduğu ve doğu-batı
ticaretinin en önemli aktarma noktalarından biri olan Malaka Boğazı
girişindeki Malaka şehri, sömürgecilerin en katı uygulamalarına tanık
oldu. Bunun üzerine, Kızıldeniz ve İran Körfezi ile olan bağlantılarının
kesilmesiyle karşı karşıya kalan Müslüman tüccarların yanı sıra,
Koromandel, Seylan, Bengal ve Pegu’lu tüccarlar da başka yerlere göç
etmek zorunda kaldı. Bu dönemde Müslüman tüccarlar, özellikle Malaka
Boğazı’nın güneyinde, Sumatra Adası’nın kuzeyinde yeralan Açe, Pasai ve
Pedir’i üs olarak seçtiler.24 Bölgedeki İslam sultanlıkları, Portekiz’e
karşı güçlü bir direniş göstermek ve bölgeden çıkarmak için Açe
Darusselam Sultanlığı liderliğinde federatif bir devlet çatışı altında
biraraya geldiler. Böylece, Portekizlilerin bölgeye gelmesine karşılık,
bölge halklarının İslamlaşmasında artış yaşanmaya başlandığı gibi,
Malaka’dan sonra Güneydoğu Asya’nın ticaret merkezi önemli bir denizci
devlet olan Açe Darusselam Sultanlığı’na geçti. Açe’li tüccarların ve
ticaret gemilerinin Hint Okyanusu’nda Portekizliler tarafından sürekli
engellenmesiyle, Açe ile Portekiz arasında yaklaşık yüzyıl sürecek
askeri ve siyasi mücadele başladı.
4. Portekiz Deniz İmparatorluğu’nun Kuruluşu
Avrupa’nın
diğer ülkeleri ile kıyaslandığında, tarım arazilerinin azlığıyla ön
plâna çıkan Portekiz, okyanusa açılmak suretiyle alternatif gelir
kaynaklarına ulaşmayı plânlıyordu. Bu süreçte Portekizlilerin
motivasyonunu artıran, Afrika’daki zengin altın yatakları ve doğunun
zengin ticari mallarını elde etmek kadar, doğudaki kayıp Hıristiyan
devletini bulmak teşkil ediyordu.
Sadece
Portekiz’i değil, İspanya ve Hollanda gibi diğer Avrupalı güçleri de
okyanuslara açılmaya iten neden, 10. yüzyıldan başlayarak Uzakdoğu ile
Avrupa arasındaki ticari faaliyette ve Avrupa piyasalarında
Müslümanların belirleyici olmalarıdır. Gerek Arap denizciler ve Uzakdoğu
mallarını Ortadoğu’daki Osmanlı limanlarında devralan Müslüman Türkler
ve gerekse ticaret güzergâhı üzerindeki Memlüklüler bu ticarette önemli
bir gelir kaynağı elde ediyordu.
Doğu’nun
zengin metalarının pek çok el değiştirerek Avrupa piyasalarına ulaşması
dolayısıyla fiyatlar oldukça yükseliyordu. Avrupa’da dönemin ekonomik
koşulları dikkate alındığında Avrupalı ulusların bu metaları uzun
dönemli olarak Müslüman tüccarlardan almasını beklemek imkânsızdı.
Batı’nın doğuya ulaşma arzusu, Marko Polo gibi Ortaçağlar boyunca çok
sayıda Avrupalı seyyahın ziyaretlerine ve doğunun gizemli dünyasını konu
alan anlatılarına kadar eskiye gider. Söz konusu bu anlatılar Avrupa’da
büyük bir hayranlık ve merak kaynağı oldu. Ancak gerek teknolojik
yetersizlikler, gerekse de Avrupa ile Uzakdoğu arasında siyasi ve
coğrafi bir engel olarak İslam’ın ve Müslümanların varlığı Avrupalıların
bu topraklara ulaşmalarına mani oldu. Bu zenginliğe ulaşacak teknolojik
gelişmeleri beklemek zorunda kalan batılı denizciler, nihayetinde
Avrupa’daki sosyo-ekonomik ve politik krizlerin de etkisiyle,
işittikleri doğunun zenginliğini paylaşmak için denizlere açıldılar.
Yukarıda
zikredilen ekonomik nedenlerin yanı sıra, 16. yüzyılda Avrupa’daki
önemli güçlerle Osmanlı Devleti arasındaki mücadele Osmanlılar lehine
gelişme gösterdi. Osmanlı tarafından gerek Akdeniz’den gerekse Doğu
Avrupa’dan çevrilen Avrupalı uluslar bekalarını garanti altına almak
amacıyla alternatifler aramaya başladılar. Bu alternatiflerden en
önemlisi, Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan devletlerin deniz seferleri
oldu.
Portekizliler
dini*, siyasi ve ekonomik olmak üzere çeşitli nedenlerle Avrupa
kıtasından doğuya sefer yapan ilk devlet oldu. Özellikle Denizci
lâkabıyla tanınan Portekiz Kralı Henry (Henry the Navigator) (1394
-1460) denizcilik konusundaki gayretleri neticesinde, Portekizli
denizciler daha önce gidilmemiş denizlere yelken açarak, önce Afrika’nın
batı kıyıları ardından da 1498 yılınta Vasco de Gama önderliğinde
-önemli denizcilik bilgilerine sahip bir Arap denizcinin rehberliğinde
Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusuna açıldılar.
Portekizliler,
doğuya başlatılan bu seyahatlerin önemli nedenlerinden biri olması
hasebiyle 1506 yılında Portekiz Kral Manuel’in 1494 yılında yapılan
Tordesillas Anlaşması için Papa II. Julius’a başvurdu. Böylece bir kez
daha Portekiz yönetimi, Hint sularına açılmalarının nedeni olarak Haçlı
ruhunu ortaya koydular.
İlk
etapta Afrika’nın doğu sahillerinde stratejik konumda bulunan liman
şehirlerini kontrol ederek buradaki varlıklarını güçlendiren
Portekizlilerin söz konusu şehirlerde inşa ettikleri kaleler, bu yeni
dünya sularında güvenliklerinin sağlanmasında birer stratejik karargâh
görevi gördü.35 Portekizliler, Ümit Burnu’nu keşfetmelerinden birkaç yıl
gibi kısa bir süre sonra, Hindistan’ın Malabar Kıyıları’na yerleşmeye
başladılar.36 Böylece, Hint Okyanusu’na, dolayısıyla Ortadoğu ve Akdeniz
vasıtasıyla bağımlı oldukları Uzakdoğu metalarına ulaşmayı ve bu
malların tekelini ellerine geçirme arzusunun ilk adımını attılar.
Bu
süreçte, Arap ve diğer Müslüman tüccarların muhalefetine rağmen, ilk
olarak biber ticaretinde önemli bir merkez işlevi gören Kochin’i
(Cochin) ele geçirdiler. Cochin, Portekizli komutan Francisco de
Almeida’nın diğer liman şehirlerine yönelik istilasında karargâh rolü
oynadı.37 Almeida’nın ardından Don Alfonse de Albuquerque, dönemin
küresel ticaret güzergâhında tekel kurmak amacıyla, önce Hindistan’ın
batısındaki Goa’yı (1510), ardından Malaka Boğazı’nı kontrol eden
Malaka’yı 18 Ağustos 1509 (Ernst van Veen, bu tarihi 1511 olarak verir.
Raliby osman’ı silerken 1511 yaz) tarihinde ele geçirdi.0
Portekizlilerin 1511 yılında Malaka’ya girmesi,39* ardından 1515 yılında
Basra Körfezi’ne hakim konumdaki Hürmüz’ü işgali,0 bir yandan Ortadoğu
girişini, öte yandan Güneydoğu Asya girişini (Malaka Boğazı) kontrolleri
anlamına geliyordu. Bu gelişme, sadece siyasi açıdan değil, ticari
açıdan da özelde bölgenin genelde ise dünya dengelerini değiştirecek
boyutlardaydı. Portekizliler Malaka Boğazı, Sumatra Adası’nın
kuzeyindeki Açe, Hindistan, İran Körfezi ve Kızıldeniz arasında
yüzyıllarca barış içerisinde sürdürülen ekonomik faaliyetlerin dengesini
altüst ederek, ellerindeki ateşli silahlarla bu sularda ticaret yapan
Müslüman denizcileri ortadan kaldırmayı amaçlıyorlardı.
5. Portekizlilerin Hint Okyanusu Seferleri ve Sumatra’dan Tepkiler
16.
yüzyıl başlarından itibaren Hint Okyanusu’nda önemli bir deniz gücü
olarak belirmeye başlayan Portekizliler, William Marsden’in özlü bir
şekilde dile getirdiği üzere yerli halkların sosyal ve kültürel
yaşamlarını keşfetmek yerine, Avrupa’dan gelen iyi savaşçılar olarak
bölgeyi sömürme arzusu peşine düştüler.
Hint
altkıtasındaki devletler askeri açıdan gelişmiş olmadıklarından,
Batılıların silahlı güçleri karşısında varlık göstermeleri zordu.
Portekizliler Hindistan’ın Batı kıyılarında Goa ve Diu’yu ele
geçirdiler. 1510 yılında Goa’ya yerleşen Portekizliler, burada bir kale
inşa edip bir ticaret şirketi kurdular. Ardından, Kızıldeniz girişinde
önemli bir liman şehri olan Aden’i almak isteyen Portekizlilerin bu
hedefe ulaşamamaları onları Müslümanlardan intikam almaya sevk etti. Bu
başarısızlık sonucu Alfonso de Albuquerque’nın Mekke’ye girerek
Müslümanların kıblesi Kabe’yi yıkma ve Medine’yi basarak Peygamberin
mezarını tarümar edip Kudüs’ü ele geçirme plânını yapmasına yol açtı.*
Portekizlilerin kutsal topraklara saldırı plânı Cidde saldırısı ile
başladı. Ancak, Memlüklülere ait Süveyş donanmasının başında bulunan bir
Osmanlı denizcisi olan Selman Reis, bu saldırıyı püskürterek
Portekizlilerin kutsal topraklara girmesine mani oldu. Müslümanlara
saldırıdan vazgeçmeyen Portekizliler, bu konuda Uzakdoğu’da da girişimde
bulundular. Bu bağlamda, Sumatra Adası yakınlarında 300 kadar Açeli 40
kadar Arap hacıyı taşıyan bir gemiye saldırdılar ve hacıları öldürdüler.
Goa’da
bulunan Portekiz amirali Albuquerque, Malaka şehrinin bölgenin en
önemli İslam şehri ve pek çok tüccarın uğrak yeri olduğunu öğrendi.
Bunun üzerine, Albuquerque, Malaka sultanı Mahmud Şah’a elçi göndererek
ticaret ilişkisi kurmak istediğini iletti. Ancak Sultan Mahmud, bu
talebe olumsuz karşılık vermek suretiyle Portekizlilerin hiddetini
üzerine çekti. Bu nedenle Portekizliler Malaka’ya saldırma kararı aldı
ve 1511 yılında Malaka şehrini ele geçirdiler.* Malaka’da bir kale inşa
eden Portekizliler, böylece yavaş yavaş Hint Okyanusu’ndaki hedeflerine
doğru ilerleme konusunda önemli bir adım atmış oldular.
Malaka
Boğazı’nın iki yakasında stratejik öneme sahip liman şehirlerini
kontrol altına almadıkça bölgede hâkimiyet kuramayacaklarını anlayan
Portekizliler, Malaka şehrinin ardından, bölgenin önemli liman
şehirlerinin yer aldığı Kuzey Açe’ye saldırmayı plânladılar. 16.
yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu gelişme karşısında Açe Darusselam
Sultanlığı’nca, önce kurucusu Ali Mughayat Şah (1511-1530), ardından da
halefleri tarafından şiddetli bir direniş gösterildi.*
Portekizlilerin,
Sumatra Adası’nın kuzey sahilinde önemli bir liman şehri olan Pasai’yi
ele geçirip kale inşa etmeleriyle, Açe Sultanlığı’nı doğrudan tehdit
etmeye başladılar. Ali Mughayat Şah, kurduğu devletin sınırlarını
genişletmeyi ve Portekiz tehdidini ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bunun
için öncelikle Portekizlileri bir an önce Pasai’den çıkarma kararını
uygulamaya koyarak 1524 yılında şehri ele geçirdi. Bunun üzerine gücünü
pekiştirmek suretiyle Malaka Şehri’nde konuşlanmış olan Portekiz
güçlerine karşı saldırıya geçti.
Portekizliler
karşılarında Açe Darusselam Sultanlığı gibi hiç ummadıkları bir denizci
güç bulmaları ile Hint Okyanusu’nda tasarladıkları bir denizci
imparatorluğun kurulmasının hiç de kolay olmadığını anladılar.
Portekizle mücadeleden hiçbir şekilde vazgeçmeyen Açe, 1530’lu yıllardan
başlayarak Gücerat’la Hint Okyanusu ticaretinde önemli işbirlikleri
gerçekleştirdi ve böylece Kızıldeniz’e ulaşmayı başararak, baharat
ticaretinde önemli bir aktör haline geldi. Bu gelişmeye paralel olarak
Portekizle bölge ticaretini hakim olma konusundaki mücadelenin de
yoğunlaştığını söylemeliyiz. Bu süreçte Açe devletinin, Ortadoğu ile
doğrudan temaslar gerçekleştirdiği ve Osmanlı Devleti’yle Mısır Valisi
aracılığıyla ticari anlaşma yaptığı görülmektedir.
Yukarıda
dile getirildiği üzere, Açe Darusselam Sultanlığı’nın, Ortadoğu ile
ilişkilerini giderek artırması Portekizlilerde kaygıya yol açtı. Goa
papazı, Jorge Temudo, Portekiz kralına gönderdiği bir mektupta, Açe
gemilerinin Kızıldeniz’e girmelerine mani olunmasını ve Osmanlı
donanmasının Hint Okyanusu’na açılmasının engellenmesini önerdi. Ancak
bu konuda başarılı olunamadığı gibi Açe Sultanlığı, Malaka’daki Portekiz
güçlerine karşı saldırılar gerçekleştirdi.
Açe
Darusselam Sultanlığı’nın üçüncü hükümdarı, Alaaddin Riayat Şah
el-Kahhar döneminde Portekizlilere karşı verilen mücadelenin ticari ve
ekonomik boyutu kadar, dini ve siyasi boyutu da önemlidir. İslam’ın
Güneydoğu Asya’ya yayılmasında yüzyıllarca öncülük etmiş bir bölgeden
çıkan Açe devleti, bu süreçte bu özelliğinden feragat etmeyerek,
Hıristiyan sömürgeci bir güç olan Portekiz’le sonuna kadar mücadele etme
kararı aldı. Bu amaçla el-Kahhar Portekizle 1537, 1547 ve 1568
yıllarında olmak üzere üç kez savaştı. Portekiz egemenliğindeki Malaka
şehrine 1568 yılında düzenlenen saldırı o zamana kadar gerçekleştirilen
saldırılar arasında en güçlüsü olarak dikkat çeker. Açe güçlerinin
zafere ulaşmasının an meselesi olduğu bu saldırı bizzat sultanın
önderliğinde donanmaya ait 300 gemi ve 15.000 askerin katılımıyla
gerçekleştirildi. Ordunun elinde 200 bronz top olduğu halde Malaka
Kalesi kuşatıldı. Bu savaşla ilgili tarihi kaynakların düştüğü bir başka
önemli not, Açe donanmasında 400 Osmanlı askerinin varlığıdır.
Avrupa-Hıristiyan
öncü gücü olarak Portekiz’e karşı küresel çapta gösterilen tepkinin
Osmanlı Devleti ve Açe Darussalam Sultanlığı tarafından verildiğini
görüyoruz. 16. yüzyılın başlarından itibaren Kızıldeniz ve Basra
Körfezi’nde Osmanlıların, yüzyıl boyunca da Açe Darusselam
Sultanlığı’nın Malaka Boğazı’nda Portekizlilere karşı verdiği mücadele,
her ne kadar büyük zaferler şeklinde zuhur etmese de, uzun vadede
Portekiz’in sadece Hint Okyanusu’nda değil, aynı zamanda, Avrupa’da da
sonunu getirdi. Gerek doğu’da gerekse batı’da Portekizlilere karşı
verilen mücadelede anahtar rol oynayan bölge ise Gücerat Sultanlığı
oldu. Gücerat sadece askeri alanda değil, ticari ilişkiler bakımından da
Açe ile Osmanlı arasında bir köprü vazifesi gördü.
6. Osmanlı’nın Hint Okyanusu Politikasının Temelleri
Osmanlı’nın
Hint politikasının ne denli köklü ve bu coğrafyaya verdiği önemin ne
kadar büyük olduğunu göstermesi açısından Açe Darusselam Sultanlığı ile
kurulan ilişkilerden önceki döneme bakmakta fayda var. Böylece, gerek
Osmanlı’nın bölgeye verdiği önem, gerekse de Açe Darusselam
Sultanlığı’nın Türkler ve Osmanlılar hakkındaki kanaatlerinin de nasıl
oluştuğunu anlamak mümkün olacaktır.
Hint
coğrafyası Türk tarihi açısından yabancı bir bölge değildir. Türkler,
kadim doğu-batı ticaretinin Orta Asya bölümünde bulundukları gibi,
zamanla Hint Okyanusu üzerinde gerçekleştirilen bu ticarette de rol
almaya başladılar. Çeşitli Türk soylarının doğu’dan batı’ya göçleri de
bu ticaret güzergâhı üzerinde, yani İran-Anadolu-Ortadoğu ve Avrupa
istikametinde gerçekleşti. Osmanlı Devleti’ni kuran Oğuzlar Anadolu’ya
gelirken, Timurların devamı olan bazı kollar Hint topraklarında
kaldılar.
Osmanlı
Devleti’nin, 1517’de Memlüklü Devleti’ne son vermesinden çok önceleri
Anadolu Türkleri ile Araplar arasındaki ticari faaliyetler nedeniyle
Türklerin Hint Okyanusu’nun önemini anlamaya başladığı söylenebilir.
Osmanlı’nın
Hint politikasının başlangıcı, daha 15. yüzyılın sonlarında Portekiz’in
Hint Okyanusu’na açılması ve zamanla Hint Okyanusu’ndaki İslam
ülkelerine ve bu ülkelerden Arabistan’a hacı taşıyan gemilere musallat
olan Portekiz’e karşı mücadele Osmanlı’nın Avrupa ile arasında var olan
kadim hesaplaşmasının bu sefer başka bir coğrafyada zuhur etmesine yol
açtı. Denizci bir devlet olmayan Memlük Sultanlığı, Osmanlı’dan yardım
talebinde bulunmasıyla Süveyş’te bir donanma teşkil edildi. Burada inşa
edilecek gemilerin malzemelerinin yanı sıra, donanmada yer alacak
askerler de Anadolu’dan gönderildi. Böylece Osmanlı’nın katkısıyla
Anadolu Türk denizcilerinden oluşan Süveyş donanması kuruldu. Memlüklü
Sultanlığı’nın Osmanlı’dan yardım istemesiyle başlayan süreç, Portekiz
deniz gücüne karşı koyacak askeri yapılanmaya sahip olmayan bölgenin
diğer devletlerinin talepleriyle devam etti.
II.
Bayezıd dönemiyle başlayan bu mücadele, özellikle Yavuz Sultan Selim
önemli bir gelişme gösterirken, 46 yıllık Kanuni iktidarında zaman zaman
devletin önceliği haline gelecek şekilde önem kazandı. Böylece,
Osmanlı’nın Hint suyolu üzerindeki önemli bağlantı noktalarından olan
Süveyş’teki Müslümanların egemenliğindeki ticari faaliyeti koruma adına
ilk girişimleri 16. yüzyıl başları gibi erken bir dönemde başladı.
Bu bağlamda, şu somut gelişmelerin gündeme geldiği görülmektedir.
1502
yılından başlayarak gerek ticari yol, gerek Portekizlilerin Hint
topraklarında egemenlik çabaları ve gerekse de hacıların güvenli bir
şekilde kutsal topraklarda hac ibadetlerini gerçekleştirmelerine mani
olan ulaşım meselesi nedeniyle Osmanlı, Hint Okyanusu ile yakından
ilgilendi.0 Doğu-Batı ticaretinin kara bölümüne hâkim olan Osmanlı, aynı
zamanda, Süveyş yoluyla Kızıldeniz üzerinden okyanustaki ticarete de
müdahil olmayı arzuluyordu.
Osmanlı
Devleti’nin Hint coğrafyasıyla ilgisinin bir diğer vechesini
Hindistan’daki Türk devletleri oluşturuyordu. 16. yüzyılda Anadolu’daki
Osmanlı Devleti ile Hint topraklarındaki Türk Devletleri arasında
gerçekleştirilen kara ticaretinin Türklerin tekelinde olmasına mani olan
Safevi Devleti’ydi. Osmanlı, zaman zaman Hint topraklarındaki Türk
unsurlarına destek veriyordu. Öyle ki, Hindistan’daki Müslüman Türk
devletlerinde Osmanlı Türklerinden olan subaylar ve askerler görev
alıyordu. Özellikle topçu birliklerinin tamamı Osmanlılardan
müteşekkildi.* Hindistan’daki önemli devletlerden biri olan Gücerat’ta0
görev yapan meşhur Türk komutanı Melik Ayaz, Portekizlilere karşı
Gücerat Yarımadası yakınlarındaki Diu Adası’nı tahkim ettiği gibi, 1509
yılı gibi çok erken bir dönemde Hüseyin Bey komutasındaki birlikler Diu
açıklarında bir Portekiz donanmasını mağlup etti.
6.1. Osmanlı’nın Okyanus’taki Gelişmelere Verdiği Tepki
Osmanlı
Devleti, özellikle Moğol istilası ile büyük bir çöküş yaşayan İslam
medeniyetinin temsilcisi olma vasfını yüklenerek, gerek Ortadoğu, gerek
Kuzey Afrika ve gerekse Avrupa topraklarında önemli siyasi, ekonomik ve
kültürel gelişmelere yol açtı. Temelde bir kara devleti olan Osmanlı
Devleti, özellikle Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinin ardından,
gerek iç denizlerde gerekse de okyanus sularında varlığını ispat etmeye
başladı ve giderek önemli bir deniz gücü haline geldi. Osmanlı
donanmasının Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint
Okyanusu’ndaki varlığı bunun en açık kanıtıdır. Osmanlı Devleti,
özellikle Akdeniz’de Venedik, Ceneviz, Fransa ve Malta gibi Avrupa’nın
önemli denizci milletlerine karşı tek başına mücadele verdiği gibi,
Portekiz gibi Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan ülkelerin dünya deniz
yollarına hakim olma mücadeleleri karşısında tepki vermekte de
gecikmedi. Bu bağlamda, 16. yüzyılda Hint Okyanusu’nda önce Portekiz,
daha sonra da Hollanda ve İngiltere’ye karşı bir cephe oluşturduğunu
ifade etmek gerekir.* Özellikle okyanustaki batılı güçlerin egemenlik
mücadelesinde, gerek kendi coğrafyasını, gerek Hint Okyanusu civarındaki
İslam sultanlıklarını ve gerekse de Hac yolunu ve kutsal toprakların
güvenliğini sağlama adına Süveyş, Cidde, Basra, Moha ve Aden’de donanma
bulundurmaya başladı.
6.1.4. Diu Seferi ve Portekizlilerin Barış Teklifi
1538
yılı seferi öncesinde0 Portekizlilerin, Osmanlılarla anlaşma çabaları
olumlu sonuç vermediği görülür. Gücerat Sultanı Bahadır Şah’ın yardım
talebi üzerine0 Hadım Süleyman Paşa’nın gerçekleştirdiği 1538’deki Diu
Seferi0, Portekiz’i sarsmış olsa da, gerekli başarı elde edilemediği
gibi, bölgeye büyük çaplı bir diğer girişimde yapılamadı. Portekiz,
Osmanlı’nın bir diğer seferde bulunması ihtimaline karşı Kızıldeniz’de
karşı harekâta girişerek Süveyş’i almaya kalkıştı.
1538
Diu Seferi’ni takiben, Osmanlı Devleti’nin Hint Okyanusu’na bir deniz
filosu göndereceğini haber alan ve Avrupa’dan tanıdığı Osmanlılar ile
Hint denizlerinde mücadele vermekten çekindiği için Portekiz Kralı 1541
yılında Osmanlı’ya barış teklifinde bulundu. Bu konuda her iki taraf
arasında ne gibi gelişmeler yaşandığı konusunda hiçbir bilgi
bulunmamakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin, Portekiz’in barış teklifini
reddettiği anlaşılıyor.
Hindistan
kıyılarındaki Portekiz güçlerini hedef alan 1538 Diu Seferi’ni
müteakip0, Osmanlı Kızıldeniz’de ve civarında egemenliği tam anlamıyla
ele geçirdiyse de, Osmanlı’nın doğu Avrupa’daki gelişmelerden nefes
almaya fırsat bulur bulmaz Hindistan meselesine yoğunlaşacağını ve
böylece egemenliklerini kaybedeceklerini bilen Portekizliler, Diu
benzeri bir seferin tekrarlanmaması amacıyla 1540-41 yıllarında
Kızıldeniz’e baskınlar düzenlemekten geri kalmadılar.
Portekiz
tehdidine rağmen, Osmanlı’nın güttüğü bu politakının bir sonucu olarak,
Güneydoğu Asya’nın siyasi, askeri ve ekonomik anlamda önemli bir gücü
olarak ortaya çıkmaya başlayan Açe Darusselam Sultanlığı ile Ortadoğu
arasındaki ticari faaliyet artmaya başladı. 1550’li yıllardan başlayarak
16. yüzyılın büyük bir bölümünde, Açe gemileri Uzakdoğu ürünlerini
Ortadoğu’ya ulaştırma başarısı gösterdi. Ortadoğu’dan Avrupa pazarına
dağılan biber, Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu biberin yarısını karşılıyordu.
Ayrıca, zamanla ipek üretimi de önemli bir ticaret metaı haline geldi.
16.
yüzyıl ortalarında baharat ticaretinin yeniden artış göstermesi dikkate
alındığında, Osmanlı’nın Hint Okyanusu’ndaki askeri girişiminin
başarılı olduğunu söylemek mümkün.0 Bu gelişme Müslüman tüccarların ve
Açe Darusselam Sultanlığı’nın da aralarında bulunduğu bölge ülkelerinin
bu ticaretten kazançlı çıktığını gösterdiği gibi, Portekizliler için de
ne denli bir kayıp olduğunu daha sonraki gelişmeler ortaya koyacaktır.
6.1.5. 1550’li Yıllar
Osmanlı’nın
Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere ne denli duyarlığı olduğunun diğer
göstergeleri yüzyıl ortalarına doğru ortaya çıkmaya başladı. Bir kez
daha Hint meselesiyle ilgilenmeye başlayan Osmanlı, 1546 yılında
Basra’yı alarak burada 15 gemilik bir donanma teşkil etti ve Hürmüz
Boğazı kontrol altına aldı.0 Ayas Paşa komutasındaki Osmanlı güçleri, 26
Aralık 1546’da Basra’yı ele geçirdikten hemen sonra, 1547 yılında
Basra’ya, Beylerbeyilik statüsü verildi.
Osmanlı’nın
yetiştirdiği en önemli denizcilerinden biri olan ve çizdiği dünya
haritası ile dünya denizcilik tarihine adını yazdıran Piri Reis’i 1551
yılında Hint Amiralliği’ne atandı.0 İlk defa Hadım Süleyman Paşa
tarafından ele geçirilen, ancak daha sonra Portekizlilerce geri alınan
Aden’i yeniden Osmanlı topraklarına katmak suretiyle Hint Okyanusu’ndaki
ilk başarısını gösterdi. Bunun ardından, 1552 yılı Nisan ayında
Portekizlilerin 40 yıl önce ele geçirdikleri Hürmüz’ü 30 gemilik bir
kuvvetle, bir ay süreyle hem karadan hem de denizden kuşatan Piri Reis,
şehri almayı başaramadı ve Basra’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Portekiz
güçlerine kayıp verdirilmesine rağmen, zafer elde edilemedi. Donanmanın
tamiri için Basra’ya geçen Piri Reis burada görevli olan Kubat Paşa’dan
gerekli yardımı göremeyince, üç gemi ile Süveyş’e dönmeye karar verdi.
Yolda 70 gemilik Portekiz güçleriyle karşılaştı, bir gemisi Bahreyn
açıklarında batırıldı, ancak iki gemiyle Süveyş’e döndü. Piri Reis,
İstanbul’a dönüşünde, Padişah’ın kızgınlığını gidermek amacıyla elde
ettiği ganimetin bir bölümünü götürdüyse de, emirlere muhalefet, emanet
edilen donanmanın bozguna uğraması ve Osmanlı’nın prestij kaybına
uğraması nedeniyle bu sefer başarısız kabul edildi. Bunun sonucu olarak
Kanuni, Piri Reis’in idamına karar verdi Piri Reis’in yerini alan Murat
Reis de, Hürmüz Körfezi’nde Portekizliler karşısında 1552 yılında benzer
bir başarısızlıkla karşılaştı.
Bu
dönemde Halep’te bulunan Kanuni, Hint kaptanlığına yanında bulunan
Seydi Ali Reis’i atadı. Seydi Ali Reis, Halep’ten 7 Aralık 1553
tarihinde yola çıkarak Basra’ya geçti (3 Şubat 1554). 15 gemi ile
Hürmüz’e açılan Seydi Ali Reis, karşısına çıkan Portekiz güçleri
karşısında altı gemisini kaybetti.0 Portekiz güçleri ve kötü hava
koşulları nedeniyle Hint denizinde dolaşmak zounda kaldıktan sonra
Gücerat’ta karaya çıktı. Donanmayı ve topları buradaki Müslüman
yönetimine devrederek uzun bir süre devam edecek karayolu yolculuğu ile
İstanbul’a döndü.0 Seydi Ali Reis’in Hint Okyanusu seferi Osmanlı Hint
deniz tarihinde Portekizlilerle gerçekleştirdiği en ciddi mücadele kabul
edilir.
7. Portekiz’in Bölgedeki Varlığı ve Sonuçları
Temel
politikası ticarette tekel kurmak, askeri üstünlük sağlamak ve
Hıristiyanlığı empoze etmek olan Portekizlilerin gerçekleştirmeyi
istedikleri bu hedefler, yüzyıllardır bölgede barış içerisinde ticari
faaliyette bulunan bölge halkları üzerinde büyük bir endişe ve kaygıya
yol açtı. Portekizliler bölgede sömürgeci politikasının bir uzantısı
olarak, bölgedeki İslam sultanlıkları arasındaki çekişme ve
düşmanlıkları kullanmak suretiyle birtakım ittifaklar tesis etme
başarısı gösterdi. Bu süreçte özellikle, Malaka şehir devletinin
mirasçısı iddiasıyla ortaya çıkan Cohor Sultanlığı ile Portekiz’e karşı
Sumatra Adası’nın kuzeyinde kurulan Açe Darusselam Sultanlığı arasındaki
siyasi ve ticari temele dayalı anlaşmazlıkların önemli bir rolü oldu.
Portekizlilere
karşı verilen mücadelenin temel nedenlerinden biri Portekiz’in yukarıda
zikredilen emperyalist tutumundan kaynaklanıyordu. Portekizlilerin
bölgeye gelmeden önce:
a)Hindu-Budist
krallıkları ve İslam sultanlıklarına ait liman şehirlerinde
uluslararası ticaret barış içerisinde devam ettiriliyordu.
b)Yabancı
tüccarlar gerek kendi aralarında gerek yerli halkla etkileşim
içerisindeydiler. Bu nedenle söz konusu liman şehirleri sadece ticari
faaliyetin değil, sosyal ve kültürel etkileşimin de üst düzeyde
seyrettiği mekânlardı.
c)Portekizlilerin
150 yıl boyunca bölgede kalmaları akkültürasyon sürecine yol açtı.
Bölge halklarından bazıları bu akkültürasyon sürecine yoğun olarak
muhatap oldular. Gerek dil, gerek din bakımından özellikle Flores’den
Timor’a, Molukkas’dan Lesser Sunda Adaları’na kadar olan bölgede yayılma
gösterdi.
8. Portekiz Deniz İmparatorluğu’nun Çöküşü
Büyük
hedeflerle doğu sularına açılan Portekizlilerin arzu ettikleri başarıyı
sağladıklarını söylemek güç. Bunun gerek Avrupa’daki gelişmeler,
gerekse Hint Okyanusu’nu çevreleyen coğrafyadaki İslam devletlerinin ve
bu devletlerle ilişki kuran Osmanlı Devleti’nin verdiği mücadele ile
yakından ilişkisi vardır. 16. yüzyıl başlarında Malaka Boğazı çevresinde
hâkimiyet kurma çalışmaları Sumatra Adası’nda Açe Devleti’nin verdiği
mücadele ile akamete uğradı. İlk etapta Pasai’de tutunmaya çalışan
Portekiz, daha sonra Cava, Banten ve doğu-batı ticaretinin aktarma
noktası olan Kızıldeniz girişinde tutunmaya çalıştıysa da başarılı
olamadı. Portekiz’in varlığı temelde Hindistan’da Goa ve Diu ile Malaka
şehir devletiyle Hint Okyanusu’nda doğal sınırlarına erişti.
Doğu’nun
zenginliğinin keşfedilmesinde İspanya ile birlikte öncü rol oynayan
Portekiz, 1509 yılında başladı bu serüvende o dönem Avrupa’sında hayal
edilemeyecek gelirler elde etti. Ancak bir süre sonra, diğer Avrupalı
güçlerin bu ekonomik gücü paylaşma yarışına girmesiyle Portekiz’in
ekonomik ve siyasi gücünde gerileme görülmeye başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder